Tokyo Ueno İstasyonu

2020 Çeviri Edebiyatı Ulusal Kitap Ödülü Kazananı

Akutagava ödüllü Miri Yu, Güney Kore vatandaşı olmasına rağmen Japonca yazan, gençlik yıllarındaki bunalımlarına Edgar Allan Poe ve Truman Capote gibi ustaların eserleri sayesinde direnen, kitaplarında hem psikolojik hem de sosyolojik arayışların peşine düşen bir yazar.

Çağdaş Japonya tarihinin her önemli dönemeci 1933’te doğan Kazu’nun hayatına bir şekilde etki etmiştir ama o artık bir ölüdür. Kazu’nun yaşam öyküsüne kara talih damga vurmuştur ve şimdi ölümde bile huzura eremez.

O parka 1964’te Tokyo Olimpiyatları’nın hazırlığında çalışmak için gelen ve son nefesini de parkın civarındaki evsizlerin arasında veren Kazu’nun gözlerinden Tokyo’daki gündelik hayatı görürüz bu romanda. Böylece onun şahsi öyküsüne dair mahrem ayrıntılar da gün yüzüne çıkar. Tıpkı toplumdaki eşitsizliklerin onun hayatına nasıl yön verdiğinin gün yüzüne çıkması gibi.

Tokyo Ueno İstasyonu, Tokyo’nun en işlek mekânlarından birine musallat olan evsiz bir hayaletin hikâyesini anlatıyor.

“Miri Yu, her tür kaybın insan ruhu üzerindeki etkilerini keşfetmek konusunda harika bir iş çıkarıyor. Tokyo Ueno İstasyonu enfes bir roman ve varoluşsal bunalıma yönelik katı, ödün vermeyen bir bakış açısına sahip.” – NPR

“Kazu’nun evsiz kalışı ve ardından parka musallat oluşunu okurken sokaktaki hayaletvari vatandaşın trajedisini anlamaya çalışarak sürükleniyoruz bu kitabın sayfalarında. Tokyo Ueno İstasyonu savaş sonrası Japonya’sında zengin ile yoksul arasındaki ayrışmanın önemli bir anımsatıcısı.” – The Guardian
Çevirmen: Barış Bayıksel

Çukur

Sovyet devriminin avangardı Andrey Platonov dünyayı gördüğü gibi yazmaktan hiç vazgeçmedi. Devrim sonrası Rusya’nın stepleri onun gözünde yeni devrimlere gebe bir yer oldu hep. Belki de bu sebepten Parti ile yıldızları hiç barışmadı ve yazarın hakkının teslim edilmesi ölümünden sonrasına kaldı. Çukur da kendi vatanında ancak 1987’de yayımlanabildi.

Büyük Terör dönemi Sovyet Rusya’sındaki bir köyün iyi niyetli insanları, merkezden gelen direktifleri yanlış anlayarak dünyanın tüm evsiz barksızlarına yuva olacak muazzam bir binanın temelini kazmaya başlar. Burjuva sınıfını tasfiye edip kolektivizasyonun prensiplerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Aklı, yaratılışın amaçsızlığına dair sorularla dolup taşan Voşçev ise hem devrimin bu köyle aldığı grotesk biçime alışmaya çalışır, hem de üzerine titrenen geleceğin dönüşümüne şahit olur.

Platonov’dan Çukur devrimle gelen dayatmalara dair siyasi tavrından ödün vermeyen, sürrealist bir şaheser.

“Üzerine bir ömür çalışmayı hak eden kitaplara imza atmış, muazzam bir yazar Platonov.” – Vasili Grossman

“Anladığım kadarıyla ruhunuz Gogol’ünkine yakın. Bu nedenle dramda değil, komedide deneyin kendinizi. Öfkelenmeyin. Üzülmeyin… Her şey geçer, yalnızca gerçek kalır geriye.” – Maksim Gorki; Platonov’a mektubundan
Çevirmen: Hazal Yalın

Gördüm Çiçeği

Kedilerin sık sık gördüğü, sizinse hiç görmediğiniz bir çiçek: Gördüm Çiçeği. Henüz onunla tanışmadınız ama gözlerinizin önünden yavaş yavaş, damla damla geçmesi yakındır.

Başak Daşman’ın öykü serüveni, on öyküden oluşan ikinci kitabı Gördüm Çiçeği’yle devam ediyor. Daşman, yeni öykülerinde, oyunculuğun kendine has gözlem gücünü yazı dünyasına aktarıyor; özellikle modern insanın düştüğü hâlleri ironik bir dille paylaşıyor okuruyla. Bu kitabın sözdizimi de, imla tercihleri de, adı gibi özgün ve kimi zaman da aykırı.

İçinde bulunduğumuz evrende ya da bir başkasında, tek başına ya da arkadaşlarla, monoton bir gün daha ya da yaşanacak sıkı bir macera… Daşman’ın öykülerinde herkes için bir koltuk var. Yeter ki okur, “Yaz bunları!” demeye devam etsin.

“Gözümün önünde ağzına kadar pembe Gördüm Çiçeği yapraklarıyla dolu dev bir kule canlandı. Hemen arka sokakta. Kule kendini kendine sıkıştırıyor, sıkıştırıyor, sıkıştırıyor ve gövdesinin altındaki minik musluğundan birkaç damla yağ süzülüp yavaş yavaş damlıyor. Altına şişe koymayı unutuyorlar. Olamaz! Oradan geçen kediler ağızlarını şapırdatarak içiyorlar o bin bir emekle, onca çiçekten çıkan yağı. Kediler ondan böyle. Bu kadar başına buyruk.
Hep bir bildikleri varmış gibi dolanmaları bundan belki de. Adi kediler.
Hırsızlık düpedüz, hem de güpegündüz! Kaç para bu! Ayıptır be! Kaç para bu! Hakikaten kaç para bu?”

Misk-i Amber

bir ben indirdim kendime
rıza aldım şerhimin dipnotundan
dedim ki insan yalandır kendine
dönüp durdum bu kargışlı imgede
baktım ki her yer kızılyar geçidi
ilk benim içime yağıyor kar
en uzak en erken sabahlarda uyanan ben
dağları kavgaya suyu tenhaya bağlayan ben
dedim ki bu kalp bildiğim bir yamaçta tenhadır
bu kilitli makamda kavrulan çöl benim
ister yağ ister indir ırmağa
ahh ki her yanım yel
her tende külüm ben

Yeni Dünya

“Rahatımın kaçacağından korkarak bir sersemlik zırhının içine saklanmıştım. Artık kendi kendimden utanıyordum. Birkaç kere ayağa kalktım. Aynaya bakmak, orada göreceğim zavallı çehreye tükürmek istedim. Bu kadarına cesaret edemedim. Kendi kendime, ‘Ne yapabilirdim? Elimden ne gelirdi?
Ben kimim ki?’ diyor, fakat yine kendim, ‘Hiç olmazsa kaçmazdın… Hiç olmazsa dinlerdin. Kim olursan ol… Dünyada kendisi için hiçbir şeyi olmayan bir insanın bile başkalarına yardım edecek bir şeyi vardır… Hiç olmazsa bir tek sözü…’ diye cevap veriyordum.”

Sabahattin Ali’nin 1930’lu yılların sonlarına doğru kaleme aldığı on üç öyküden oluşan kitabı Yeni Dünya, fakirliğin, çaresizliğin ve acımasızlığın kol gezdiği Anadolu’yu kendine has diliyle anlattığı, okura küçük bir çocuğun attığı her adımda dizine vuran güğümün acısını derinden hissettirdiği bir eser.

Hayatını taşrada dans ederek kazanan bir kadının, atandığı köye yol yapılması için çabalayan bir öğretmenin, ailesini geçindirmenin yükünü omuzlarında taşıyan Hasan’ın, aşktan içi yanan bir garip berberin, sevdasını kanıtlamak için ovadan dağa tuz çuvalı taşırken yitip giden bir gencin ve diğer birçok sıkıntılı yaşamın gerçek öykülerini rahatı yerinde olanları huzursuz ederek, ustalıkla anlatıyor yazar.

Yeni Dünya, Sabahattin Ali’nin sözünü sakınmadığı, eleştirel gerçekçi bir öykü derlemesi.

Ses

“Herkes hayretle bu kıpkırmızı yüzlü gence bakıyordu. O, esrarlı bir dil konuşan ellerini sazın üzerinde hareket ettirmeye başlamış ve gözlerini yere yahut kucağından fırlamak ister gibi sıçrayan sazına dikmişti. Pek az bir duraklamadan sonra, bu sefer başını kaldırmadan, daha yavaş fakat eskisi kadar tatlı ve derinden gelen bir sesle şunları okudu: Sekiz yıldır uğramadım yurduma / Dert ortağı aramadım derdime / Geleceksen bir gün düşüp ardıma / Kula değil, yüreğine sor beni.”

Yalnızca romanlarıyla değil öyküleriyle de Türk edebiyatının en özel isimlerinden biri olduğunu bize gösteren Sabahattin Ali 1936-1937 arasında yazdığı öyküleri içeren Ses’te sıradan insanların etrafında şekillenen, birbirinden vurucu ve yürek dağlayan beş hikâye anlatıyor.

Bir hayat kadınının hayatına dokunduğu hasta ve beş parasız bir adam, Ankara-Konya yolunda karşılaştığı bir çobana gaddarca davranan bir mühendis, bir kanunsuzun peşinde kanun dışına kayan jandarmalar, müzik okuluna girmek için çaresizce çabalayan Sivaslı Ali, sevdaları ile geçirecekleri on beş güzel gün uğruna hayatları heba olan iki insanın hazin öyküleri bu kitapta bir araya geliyor.

Sabahattin Ali Ses’te toplumcu gerçekçiliğin Türk öykücülüğündeki doruklarına ulaşıyor.

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Koku (2023) Seni Görüyorum (2023) Maşa ile Koca Ayı, Sonsuz Arkadaşlık 2 (2018) Puloi: Asla Yalnız Uçmayacaksın - Ploey: You Never Fly Alone (2018) Mustang (2015)