SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI “MY BLOODY VALENTINE 3D”
Uzun zamandır gömülü olan bir kabus, korkunun en dehşet verici hikayelerinden biri daha önce hiç görülmemiş biçimde gerçeğe dönüşüp küçük bir kasabayı pençesine alıyor. Quentin Tarantino’nun “tüm zamanların en iyi kanlı filmi” olarak nitelediği 1981 yapımı filmin yeni uyarlaması olan “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI” izleyicileri daha önce benzeri görülmemiş, dehşet verici bir kabusun ortasına yerleştirmek için baş döndürücü son stereografi teknolojisini kullanıyor.
On yıl önce yaşanan bir trajedi Harmony (Uyum) kasabasını sonsuza dek değiştirmiştir. Deneyimsiz kömür madeni işçisi Tom Hanniger’ın tünellerde neden olduğu kaza beş adamın sıkışıp kalmasına ve sağ kurtulan tek kişi olan Harry Warden’ın da komaya girmesine neden olmuştur. Bunun tam bir yıl sonrasında, Sevgililer Günü’nde, Harry Warden uyanmış ve kazmayla 22 kişiyi hunharca katlettikten sonra kendisi de öldürülmüştür.
Tom Hanniger, on yıl sonra, Sevgililer Günü’nde kasabaya döndüğünde sebep olduğu ölümler hâlâ yakasını bırakmamıştır. Geçmişiyle barışmaya çalışan adam, eski kız arkadaşı Sarah için bitmemiş duygularıyla da boğuşmaktadır. Oysa Sarah Tom’un en iyi arkadaşı olan şerif Axel’la evlenmiştir. Ama bu gece, yıllar süren huzurdan sonra, Harmony’nin karanlık geçmişinden bir şey geri döner. Başında madenci kaskı, elinde kazma olan, durdurulamaz bir katil etrafta kol gezmektedir. Katilin ayak sesleri yaklaştıkça, Tom, Sarah ve Axel dehşetle fark ederler ki katil onları öldürmeye gelen Harry Warden olabilir.
Şok edici ölçüde gerçek gibi görünen son 3-D projeksiyonuyla sunulan “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin başrollerinde Jensen Ackles (TV dizileri “Smallville” ve “Supernatural”), Jaime King (“The Spirit”, “Sin City”, “Sin City 2”) ve Kerr Smith (“Final Destination”, “Dawson’s Creek”) yer alıyor. 1981 yapımı aynı adlı korku klasiğinin tekrar yapımı olan “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”yi Patrick Lussier yönetti. Todd Farmer ve Zane Smith’in John Beaird imzalı senaryo üzerine yazdığı senaryonun hikayesi Stephen Miller’a ait.
Yapımcılığını Jack Murray’nin gerçekleştirdiği filmin yönetici yapımcıları ise John Dunning, André Link, Michael Paseornek ve John Sacchi. “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin görüntü yönetimi Brian Pearson’ın (“I am Legend”), kurgusu Patrick Lussier ve Cynthia Ludwig’in (“The Eye”), özgün müziği Michael Wandmacher’in (“Never Back Down”), yapım tasarımı Zack Grobler’ın (“Lost”), kostüm tasarımı da Leeann Radeka’nın (“The Hitcher”) imzasını taşıyor.
YAPIM HAKKINDA
1981’de, “Halloween” ve “The Last House on the Left” gibi gişeleri kasıp kavuran filmler sayesinde kanlı film furyası doruğa ulaşmıştı. Sonra, Kanada’dan düşük bütçeli aykırı yapım “My Bloody Valentine” geldi. Filmin bir kült olarak kazandığı muazzam hayran sayısı yaratıcılarını bile hayrete düşürdü. Şimdi, “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI” bu kamp ateşi başı hikayesinin tekrar yapımı olarak korku unsurunu yeni bir boyuta taşıyor.
“Bu film eski ekol korku filmlerinin harika bir hikaye ve inanılmaz yeni bir teknolojiyle bir bileşimi” diyen yönetmen Patrick Lussier, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu filmde de eski ekole uygun çok iyi bazı kanlı korku sahneleri var. Pek çok farklı şeyi içinde barındıran bir yapım. Üç boyutlu bir film yapıyoruz; kanlı bir film yapıyoruz, ama bundan çok daha fazlasına da sahip. Hikaye anlatımına yeni bir yaklaşım gerektirmesi açısından çok heyecan verici bir fırsattı”.
Yapımcı Jack Murray ise yönetmenin sözlerine şunları ekliyor: “İlk üç boyutlu deneyimim bir göz boyamaydı. Sinema koltuğunda oturanları etkiledi çünkü daha önce böyle bir şey görmemişlerdi. Ama hikaye anlatımı söz konusu değildi. İzleyiciyi yerinden zıplatacak şeyleri art arda sıralamak için bir fırsat, bir sihirbaz numarasıydı. Bizim bu filmde yaptığımız bu değil. Üç boyutun, içinde çalıştığımız ortamı doldurmasına izin veriyor ve aynı zamanda üçüncü boyutun filmi daha da korkutucu yapacağı anları bulmaya çalışıyoruz”.
Lionsgate’in başkanı ve “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin yönetici yapımcısı Michael Paseornek bunu şöyle açıklıyor: “Filmimiz geleneksel teknikleri çok özel bazı efektlerle birleştiriyor ve izleyicinin dikkatini, yönetmenin istediği noktaya çekmek için boyutsal alanı kullanıyor. Bir gerilim ortamı yaratmayı düşündüğünüzde, eğer izlemek yerine içinde olursanız olay çok daha korkutucu olur. Birisi gözünüze fener tuttuğunda geçici körlük yaşarsınız; filmde bu bile var. Hele bir de madenci, kazmasını size doğru salladığında, gerçekten onunla karşı karşıya gibi hissedersiniz”.
Sıra bu kan banyosunu andıran korku klasiğinin son teknolojiyle çekilecek güncel uyarlamasını yönetecek kişinin seçimine geldiğinde, yapımcılar tam da aradıkları özelliklere sahip bir sinemacı buldular. “Scream”, “Dracula 2000” ve “New Nightmare” gibi filmlerin kurgusunu yapmış olan Lussier efsanevi korku yapımcısı Wes Craven’la uzun süredir birlikte çalışıyordu.
“Patrick’in vizyonu 3-D teknolojisini gerçekten layıkıyla kullanmaya çok uygundu” diyen Murray, şöyle devam ediyor: “Üç boyutlunun sizi tam olarak avucuna alması gereken anlar var ama aynı zamanda izleyicinin gevşeyip hikayenin tadını çıkarması gereken anlar da var. 3D, protezler, dublörler ve görsel efektler gibi tekniklerin de yardımıyla, izleyicilerin korkuyu iliklerinde hissetmesine olanak tanıyor”.
Yapımcı sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu filmde Patrick’ten başkasıyla çalışmayı düşünemiyorum bile. O, tanıdığım herkesten daha fazla fikre sahipti ve sürekli hareket halindeydi. Yapımda zorluklar baş gösterdiğinde, Patrick olayın yönünü hemen değiştirebiliyordu. Kurgu konusundaki deneyimi de filmin görünümünün nasıl olacağını öngörebilmesine ve her sahneden ne beklediğini bilebilmesine olanak tanıdı”.
Paseornek ise, “Ayrıca harika bir mizah anlayışı var. Setteki hissimiz doğru yerde doğru zamanda doğru insanlarla olduğumuz yönündeydi. Böylesine bir sinerjiyi satın alamaz ya da kiralayamazsınız. Kendiliğinden oluverir. Arkanıza yaslanıp bunun tadını çıkarmaktan güzeli olamaz” diyor.
Lussier bu kadar sevilen bir filmi yeniden yaratma fikrini hem zorlu hem de ödüllendirici buldu. Kendisi de 49. paralelin kuzeyinden olan yönetmen bu konuda şunları söylüyor: “Film bir Kanada ikonu. Projede yer alma teklifi beni hazırlıksız yakaladı. Dahil olmak istediğimden emin değildim ama senaryoyu okuyup üzerinde çalışmaya başladığımda hikayeye yeni bir şey katabilme fırsatı gördüm”.
Yönetmen sözlerini şöyle sürdürüyor: “Film harika bir aşk üçgenini konu alıyor. İsminde Sevgililer Günü geçen bir filmden daha başka ne beklersiniz? Ama bu aşk üçgeni yolundan biraz şaşıyor ve kanlı bir hâl alıyor”.
Lussier için, 3-D görüntülemenin kullanımı hikaye anlatımı için esastı. Bu konuda da, “Klostrofobi hissi, kapana kısılma hissi ve dehşet hissi izleyicilerin daha önce görmediği bir noktaya çıkıyor” diyor.
Korku ustası Craven’la yıllarca birlikte çalışmanın, kendisine, zorlayıcı bir korku filmi yaratmak için karakterlerin önde geldiğini öğrettiğini belirten yönetmen, şunları söylüyor: “Wes’in tüm filmleri karakter merkezlidir. Karakterleri ve hikayeyi ön planda tuttuğunuzda, korku, sahnelerde çıkan kandan çok olaylardan kaynaklanır”.
Harmony’nin şerifi Axel rolündeki Kerr Smith yönetmenin korku türünün bilindik sınırlarını aşmaktaki çabasını takdir ettiğini belirtiyor: “Sinemaya normalde yaşayamayacağımız şeyleri hissetmek için gideriz. İnsanlar sıklıkla fazla korkmuyorlar, ama bu çok eğlenceli olabilir. Gerçekten insanlara önem verme öğesini eklemek filmi çok daha iyi yapıyor”.
Lussier ise şu gözlemde bulunuyor: “Yakın olduğunuz birini kaybetmekten daha trajik bir şey yoktur. Eğer izleyicileri karakterlere olabildiğince yakınlaştırabilirseniz, hakikaten çok kötü olaylar olduğunda, onları koltuklarında büzüştürebilirsiniz. Üstüne üstlük, 3-D teknolojisi onların daha çok hikayenin bir parçasıymış gibi hissetmelerini sağlar. Onları kucaklar. Böylece sadece ön sıradan izleyen birer izleyici olmaktan çıkıp korkuya dahil olurlar”.
Paradise FX’in yarattığı çığır açan teknoloji ve teknikler olmasaydı, ki bunların bir kısmı özel olarak “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI” için yaratıldı, bunların hiçbiri mümkün olmazdı.
“Filmi 3-D olarak yapmaya karar verdiğimizde Paradise’ı bulduğumuz için çok şanslıyız” diyor Lussier ve ekliyor: “Stereografımız Max Penner, pek çok 3-D sinema yapımcısının mümkün olmadığını söylediği şeyleri yapabilmemize olanak tanıdı. Çıtayı sürekli olarak yukarı itebildik çünkü yanımızda 3-D teknolojisinin gerçek öncülerinden bazıları vardı”.
Yönetmen şöyle devam ediyor: “Kameralarımız çekimlere başlamamızdan bir gün önce bitirildi. Her şey ‘SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI’ için özel olarak hazırlandı ve donanımların çoğunu kamera operatörümüz Howard Smith icat etti”.
Lussier’a göre, ekibin özverisi ve yaratıcılığı yapımcıların 3-D teknolojiyle yapılabilecekler konusundaki beklentileri aşmalarını mümkün kıldı: “Olabilecek en iyi filmi yapmaya baş koymuş insanlardan oluşan bir ekibimiz olduğu için inanılmaz şanslıydık. Gelmiş geçmiş en iyi 3-D filmi yapmaya kararlıydılar. Öyle güçlü ve benzersiz bir film olmalıydı ki izleyiciler yolculuğun her dönemecinde çığlık atmalıydılar”.
Tom’u canlandıran Jensen Ackles sinemada izlemek için sabırsızlandığı bir sahne olduğunu söylüyor: “Madencinin kazmasının perdeden fırlayacağı sahne muhteşem olacak. Ben de orada herkes gibi bir izleyici olacağım ve o sahneyi seyretmekten büyük keyif alacağım”.
Kerr Smith ise şunu ekliyor: “Korku filmlerine bayılırım. Harry Warden da tüm zamanların en korkutucu sinema karakterlerinden biri. Dilerseniz, korkuyu sevseniz iyi olur diyelim”.
Lussier’a göre, “SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”, sinemacılığı yeni bir zemine taşıyor. “İzleyicilerin daha önce BY filmlerde bile gördüklerinin ötesine gittik. Tamamen bambaşka bir film bu çünkü diğer filmlerde bir yapaylık söz konusuyken, bizim filmimizde olaylar gerçek. Hikayenin bir parçası olarak oradasınız. Bizim filmimizde, daha önce seyrettiğiniz filmlerden farklı olarak, interaktif bir özellik var”.

“SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”NİN KALBİ: SARAH, TOM VE AXEL

“SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin ön planında ve merkezinde, on yıllık mazisi olan bir aşk üçgenini oluşturan üç lise sınıf arkadaşı Tom, Axel ve Sarah var. Sarah, Axel’in karısı ve Tom’un lisedeki eski aşkı. Bu üç ana karakteri canlandıran Jensen Ackles, Kerr Smith ve Jaime King’e eşlik eden oyuncu kadrosunda hem Hollywwod’da ayak sesleri duyulmaya başlayan en seksi genç oyunculardan bazıları, hem de çok deneyimli isimler yer alıyor.
“Jensen, Jaime ve Kerr karakterlere büyük derinlik kattılar” diyor Lussier ve ekliyor: “Ayrıca, Kevin Tighe, Tom Atkins ve Edi Gathegi gibi oyunculardan oluşan harika bir yardımcı kadro var. Filmde yer alan herkes ona sayfalarda yer alandan çok daha fazlasını kattı”.
Jensen Ackles filmde hikayenin lokomotifi Tom Hanniger’ı canlandırıyor. “Tom bitmemiş bazı şeylerle yüzleşmek için bu küçük kasabaya geri dönüyor” diyen yönetmen, şöyle devam ediyor: “Jensen’da çok doğal bir cazibe var. Zarafeti ve duruşuyla perdeye gerçekten çok yakışıyor. Bu da onu zorluklar karşısında kendisi için inanılmaz sempati duyulan biri yapıyor”.
Uzun soluklu televizyon dizisi “Supernatural”da korkudan payını alan Ackles, filmin benzersiz teknolojisinin merakını uyandırdığını ifade ediyor: “Bence 3-D her şeyi çok daha havalı yapıyor. Bu hikayenin böyle bir formatta nasıl açılım göstereceğini çok merak ediyorum. Bence korku unsurunu gerçekten arttıracak”.
Ackles yönetmen için de şunları söylüyor: “Patrick muhteşemdi. Bence kurgu yapmış olanlar yönetmenlikte çok başarılı oluyorlar çünkü ne istediklerini ve bunu nasıl elde edeceklerini gözlerinde rahatça canlandırabiliyorlar. Patrick oyuncularla nasıl çalışılacağını da iyi biliyor. Böyle bir bileşim söz konusu olunca, onunla çalışmak çok kolaylaşıyor”.
Filmdeki aşk üçgeninin merkezinde yer alan Sarah’yı Jaime King canlandırıyor. “Jaime kanlı korku filmlerinde gördüğünüz klasik piliçlerden değil” diyor Lussier ve ekliyor: “Sarah, karakterine büyük derinlik kattı. Tom için duyduğu yaşanmamış aşkın çelişkisi içinde ve bunu performansının her anında eşi Tom’a duyduğu sevgiyle dengeliyor”.
King, Lussier’ın karakter merkezli yaklaşımını çok beğendiğini şu sözlerle ifade ediyor: “Senaryodaki tüm seçimler çok iyi düşünülmüş ve muazzam ayrıntılandırılmıştı. Jensen ve Kerr’le birlikte oturup hikayemizi nasıl olabildiğince karmaşık ve girift hâle getirebileceğimizi konuşuyorduk. Basmakalıp bir şey yapmak gerçekten kolay, ama böyle bir şey yapmak sadece benim değil bu filmde görev alan hiç kimsenin ilgisini çekmiyordu”.
Aktris rol arkadaşları Ackles ve Smith’ten de enerji ve ilham aldığını belirtiyor: “Böylesine yetenekli oyuncularla aynı sette olmak çok faydalıydı. Kerr ve Jensen’la çalışmak bana oyuncu olarak nasıl bir süreç izlediklerini gözlemleme fırsatı verdi. Her oyuncunun bir şeyi hayata geçirmek, kendileri için doğru ve gerçek hâle getirmek için kendine özgü bir yöntemi vardır. Başka oyuncularla birlikte çalışmaktan ve biz sanatçıların olabilecek en iyi hikayeyi nasıl yapabileceğimizi görmekten büyük keyif alıyorum”.
Çoğu sahnesi King’le olan Kerr Smith de filmin başrol oyuncusu konusunda aynı ölçüde coşkulu. Bu konuda, “Jaime muhteşem. Gerekeni anlayan biriyle çalışmak her zamana harikadır ki o da böyle biri. Her sahnenin mantığını kolayca anlıyor; böylece sahneyi çekerken en ilginç yönleri keşfedebiliyoruz” diyor.
Yönetmen oyuncu seçiminde en zorlandığı rolün Axel olduğunu belirtiyor ve Kerr için şunları söylüyor: “Axel karanlık eğilimleri olan, oldukça çelişkili bir adam. Sarah’nın ikinci seçimi olduğunu biliyor. Kerr’in karakterle ilgili seçimleri eşsiz ve çok derindi. Üzerinde durduğu noktalar ve performansına kattığı sürpriz öğeleri büyüleyiciydi”.
“Henüz her şey şekillenmemişken olaya dahil olmayı sevenlerdenim” diyen Kerr, şöyle devam ediyor: “Belki üzerinde durmak istediğim birkaç nokta olabilir ama esasen benim için en önemlisi oynarken keşfetmek, durumun gerçeğini o anda bulmaktır. Patrick bana büyük özgürlük tanıdı ki bu harikaydı”.
Oyuncu kadrosu yönetmenin tüm beklentilerinin üzerine çıktı. “Olağanüstü güçlü performanslar sergilediler. Bu inanılmaz korku olayını yaratmak için muazzam ve muhteşem bir komplonun parçası olarak, birbirlerini hayrete düşürmekten vazgeçmeyen inanılmaz bir çekim ve oyuncu ekibiyle çalışmak fevkaladeydi. İşbirlikleri hikayeyi ona katladı çünkü karakterleri tıpkı film gibi üç boyutlu hâle getirdiler” diyor Lussier.

“MY BLOODY VALENTINE”IN GARİP DÜNYASI

Yapımcılar mekan arayışına batı Pennsylvania’nın kömür madeni merkezi Pittsburgh’da başladılar. Lussier bu konuda şunu söylüyor: “Kilitlendiğimiz ilk mekanlardan biri madendi. Artık aktif bir maden değildi ama inanılmaz güzel bir görüntüsü vardı”.
“SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin uzun yapım dönemini tanımlamak için Patrick Lussier’ın kullandığı “zulüm” kelimesi çekim ve oyuncu ekibine kömür madenindeki yaşamın nasıl olduğuna dair ipucu verdi. Yönetmen bu konuda şunları söylüyor: “Maden inanılmaz klostrofobik ve çok nemli bir yer. Her an çamurla ve aklınıza gelebilecek her tür şeyle kaplıydık. Çekim ekibindeki herkes, ki bunlardan bazıları 20-30 yıldır sinema sektöründe çalışıyordu, o ana dek çekim yaptıkları en kötü yer olduğunu söylediler. Yine de, müthiş bir iş çıkardılar. Projeye böylesine baş koymuş insanlarla çalıştığımız için son derece şanslıydık”.
Filmin kritik sahnelerinden bir çoğunun çekildiği maden kuyusunun tavanı o kadar alçaktı ki oyuncular ve çekim ekibi çoğu zaman ayakta durmakta zorlanıyorlardı. Yönetmen, “Bu sayede karakterlerimizin kapana kısıldığı, hikayenin en can alıcı bölümlerinden biri için kesinlikle son derece klostrofobik bir ortam yaratabildik” diyor Lussier ve ekliyor: “Madenin kendi ruhu vardı. Nefes aldığını, damla damla aktığını ve ağladığını hissedebiliyordunuz. İçeride kapana kısılmış gibi hissediyor ve duvarların üzerinize geldiği korkusunu yaşıyordunuz”.
Paradise yapımcılara madende çekim yapabilmeleri için gerekli olan makara düzeneğini temin etti. Paseornek, “Havadan çekim yapmamızı mümkün kıldılar. Geçmişte bu imkansızdı çünkü makaranın kendisi 250 kilogramdı” diyor.
Ortaya çıkan sonuç, kömür madeninin benzeri görülmemiş bir uzunluk ve derinlik hissi kazanmış olmasıydı. Penner bu konuda şunları söylüyor: “Burası karanlık bir delikten ibaret değil. 3-D teknolojisi madenin içindeymişsiniz ve sanki orada ilerliyormuşsunuz gibi hissetmenize yardımcı oluyor”.
Oyuncular için maden, hem içinde çalışılması zor hem de ilham verici bir yerdi. “Bir maden kasabasında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hissetme olanağı bulduk” diyor King ve ekliyor: “Madende küçük yavru yarasalarla birlikte takılıyorduk. Başınızı tavana çarpmamak için dikkatli olmanız gerekiyordu. Ama bana kalırsa gerçek bir mekanda olabilmek müthiş bir şey. Karakterle özdeşleşmeme kesinlikle çok yardımcı oldu”.
Teksas doğumlu Ackles madende rahatlıktan çok uzak olduğunu söylüyor: “Yerin 40-50 metre altındaysanız ve tek çıkış arkanızdaki yolsa gerçekten ürküyorsunuz”.
Kerr Smith’in yorumu ise şöyle: “Bir madende çalışmanın en kötü yanı bir madende çalışıyor olmanız. Şöyle söyleyeyim, kafamı birçok kez çarptım. Ama mekanda çekim yapmak, en azından benim kitabımda, her zaman daha iyidir. Platodaysanız, kayalar sahtedir. Bir madenin kokusu yoktur, madende olduğunuz hissini yaşamazsınız. Gerçek mekanda çekim yapmak o anı gerçekten yüzde yüz yaşamamıza olanak tanıdı.”
Madencisiz maden olur mu? Orijinal filmi izlemiş olan herkes için, bu sinsi ve gölgemsi madenci şahsiyetin uyandırdığı korku unutulmazdı. Madenci maskesinin ardında kim ya da ne vardı?
“Gizem bu film hakkında en heyecan verici şeylerden biri” diyor Lussier ve ekliyor: “Çok fena şeyler yapan biri var ve bizler onun kim olduğunu bilmiyoruz. Bunları neden yaptığını da bilmiyoruz. Madenci acımasız ve amansız bir takipçi. Tam bir ölüm makinesi. Ondan bağışlanma isteyemezsiniz; merhamet dilenemezsiniz. Onun tek istediği şey sizin ölmeniz”.
Yönetmen şöyle devam ediyor: Filmi korkutucu kılan bu. Asla unutmayacağınız sahneleri var. Bir an gülecek bir an sonra ise yerinizde zıplayacaksınız çünkü olan biten karşısında hayrete düşecek, çok şaşıracaksınız”.
Murray ise gülümseyerek, “Madenci illâ da doğaüstü biri değil. Kızgın bir adam sadece” diyor ve ekliyor: “Ama bu adam oldukça aşırıya kaçıyor. Duygudan kesinlikle yoksun, en azından diğer insanlara göre. Dolayısıyla, ortaya çıktığı anlarda gerçekten tüyler ürpertici bir şeyler var. Üstelik içimizden herhangi biri olabilir”.
Baştan aşağı madenci ekipmanıyla donanmış olan katil oldukça etkileyici bir portre oluşturuyor. Lussier bu konuda şunu söylüyor: “Madencinin bu kadar ürkütücü olmasının nedeni sizinle ilgili hiçbir şeye aldırmayan bir makine gibi olması. Gözlerinden hiçbir şey okuyamazsınız. İçlerinde bir ruh göremezsiniz”.
Yönetmen sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kostümü orijinal filmdeki hâlinden çok az değiştirdik. “Farklı farklı gaz maskelerine baktık; farklı farklı madenci kıyafetlerine baktık. Sonunda orijinaldekinin en doğrusu olduğuna karar verdik. Sadece biraz daha güncel bir hâle getirdik, yani biraz daha ürkütücü ve yıpranmış bir kostüm kullandık”.
Madencinin silah seçimi, kullanımındaki çeşitlilikten ötürü madenlerde standart bir alet olan kazma. Yönetmenin bu konudaki açıklaması da şöyle: “Madencinin ustalıkla ve etkin bir biçimde kullanabildiği çok şiddetli bir alet. Iskarpela ucu sayesinde kemik parçalayabilir. Sivri ucuyla bir çeneyi yerinden kopartabilirsiniz. Gözleri oyabilirsiniz. Bir kişiyi bir baştan diğer başa yarabilirsiniz. Yapabileceği harika ve yararlı şeylerin sınırı yoktur”.
“SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI”nin “kanlı” bölümünü gerçekleştirmekle sorumlu kişi Gary Tunnicliffe’ti. Korku filmlerinin ve özel makyaj efektlerinin oldum olası hayranı olan Tunnicliffe, yeteneklerini geliştirmeye Londra’da Image Animation adına Pinewood Stüdyoları’nda başladı. “‘Bıçaklanıyor’ ya da ‘kafası kopartılıyor’ gibi şeyler yazan senaryolar okuduğumda, bunlar için yapabileceğimiz daha ilginç şeyler olduğunu düşünmüştüm hep. Karanlık bir sinema salonunda oturup kendi görev aldığım bir filmi izlemeyi, ‘öldürme sahnesini’ beklemeyi ve insanların havayı içlerine çektiklerini, ya da kızların hatta erkeklerin elleriyle gözlerini kapattıklarını görmeyi çok seviyorum. ‘Sihirbazın prestiji’ neyse onun sinemadaki karşılığı da işte bu”.
“Bu ikonlaşmış katiliyle 80’lerin klasikleşmiş korku filmini yeniden yaratma ve çıtayı daha da yukarı taşıma fırsatını bulmak inanılmaz güzeldi” diyen Tunnicliffe, ne kadar inandırıcı olursa olsun makyajın gerekli her açıyı dolduramayacağını fark ettiğini de sözlerine ekliyor: “Filmin en keyifli yanı 3-D olması; dolayısıyla her şeyi görüyorsunuz. Makyaj söz konusu olduğunda, derinliğiniz birkaç santimden ibarettir. Bu nedenle oyuncuların kalıplarını çıkarıp onların bir tür kuklasını yarattık. Böylece oyuncu kalbi yerinden çıkarmak için elini bir başkasının içine sokabildi”.
Patrick Lussier ve ekibin kalanının tek bir amacı varsa o da filmlerine ilham kaynağı olan efsaneye hakkını vermekti. “Biliyorsunuz, sadece tek bir ‘My Bloody Valentine’ vardı” diyor yönetmen ve ekliyor: “Asla devam filmi yapılmadı. Film gösterime girdiğinde, MPAA tarafından şiddetle eleştirildiği için kötü bir ün yaptı. Sözüm ona içerdiği dehşet ve kandan ötürü filmin dokuz dakikası kesintiye uğradı. Bizler ise o dokuz dakikanın hakkını vermek için elimizden gelenin kesinlikle en iyisini yaptık”.

VALENTINE’IN KANLI SON 3-D TEKNOLOJİSİ

“SEVGİLİLER GÜNÜ KATLİAMI” saniyede 30 kare hızla 4.000 piksel görüntüler şeklinde tam optimize edilmiş yeni 3-D HD 4K formatıyla çekildi; oysa standart HD sadece 2.000 pikseldir. Yapımcılar iki tane son teknoloji ürünü kamera kullandılar: Red One ve Silicon Imaging SI-2K Dijital Sinema Kamerası. Her iki makine de geleneksel 2-B ya da 3-D kameralardan çok daha küçük ve kullanım açısından çok daha kolaydılar.
Çekimlerde kullanılan donanım ve teknikler deneyimli 3-D stereografçısı Max Penner için bile devrim niteliğindeydi. “Daha önceleri 3-D kameraların motorları çok daha büyük ve hantal olurlardı” diyor Penner.
Bir başka fark ise yeni donanımın ne kaset ne de film kullanması. Onun yerine, dijital görüntüler kompakt flash kartlara kaydediliyor ve sonra bir bilgisayarın sabit sürücüsüne yükleniyor. Yapımcılar bu son teknolojinin ön saflarında yer alıyorlardı ve Penner’ın deyişiyle sette oluşan atmosfer 35 mm.lik filmlerin çıktığı dönemleri hatırlatıyordu. “Saatler süren bir kasetiniz yok. Kamerayı 4-8 dakikalık aralıklarla yüklemelisiniz. Aşina oldukları bu çalışma akışı çekim ekibini rahatlattı”.
Yeni dijital formatın en büyük artılarından biri sette günlük çekimleri 3-D olarak izlemeye ve görüntü üzerindeki yaratıcı kontrole çok daha fazla olanak tanıması. “Geçmişte, bir şeyin 3-D olarak nasıl göründüğünü çekimlerden bir ay sonrasına kadar bilemezdik” diyor Penner ve ekliyor: “Bu projede, monitörde gördüğümüz şey izleyicilerin sinemada göreceği şeydi”.
Penner sözlerini şöyle sürdürüyor: “Filmde gördüğünüz tüm 3-D görüntüler sette çekildi. Filmi sette boyutlandırabildik. Mevcut teknoloji duruma bakıp neye ihtiyacımız olduğunu hemen oracıkta tespit edebilmemize olanak tanıdı”.
Tüm 3-D görüntüler, aralarında çok az mesafe olan iki kamera ya da lensle elde edilen bir çift 2-B görüntünün oluşturduğu bir yanılsamadan ibaret aslında. İzleyicinin her bir gözüne aynı sahnenin çok az değişik görüntüsü verilerek, derinlik ve hacim olarak 3-D yanılsaması oluşturuluyor.
“Yeni kameralar sayesinde iki lens arasındaki mesafeyi ya da eksenler arası yakınlaşma noktasını otomatik olarak ayarlayabiliyorduk. Paralel kameralarla çekim yapıp eksenler arasını ayarlamadan odak noktasını değiştiremez ya da hareket ettiremezsiniz. Daha önceki 3-D filmlerde ciddi göz yorgunluğuna neden olan şey buydu” diyen Penner, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Dolayısıyla, tüm odayı gördüğümüz açılış sahnesinden, birinin yüzünün yakın çekimine giderken, altı santimle başlayıp, eksenler arası mesafeyi hareket halindeyken kademeli olarak azaltmak suretiyle yarım santime düşürebiliriz. Elimizdeki teknolojiyle bu hareketi her seferinde otomatik olarak tekrarlayabiliyorduk. Bu da bize 3-D kamera düzenini çok daha doğru ve tutarlı şekilde kontrol edebilme imkanı verdi”.

KORKUNUN BOYUTLARI: BİR 3-D TARİHÇESİ
Korku filmleri 3-D sinemanın evriminde uzun süre başrol oynadı. Türün doğal yapısı ve 3-D formatın sarmal etkisi bir araya gelince korku makinesine, çığlık attırma efsanesine dönüştü. Esasen, 3-D filmlerin “Altın Çağ”ı başrolünü Vincent Price’ın üstlendiği “House of Wax”le (1953) başladı. İzleyiciler filmin stereoskopik (üç boyutlu) görselleri ve Price’ın onu korku türüyle eşanlamlı hâle getiren performansından çok etkilendiler.
İlk 3-D furyasının en başarılı filmlerinden bir çoğu, doğrudan korku olmasalar bile, “Bwana Devil” (1952), “It Came from Outer Space” (1953), “The Mad Magician” (1954) ve Alfred Hitchcock imzalı “Dial M for Murder” (1954) gibi yakın türde yapıtlardı.
3-D korku şöleninin belki de en dikkat çeken yapımı, yarı insan yarı balık şeklinde tarih öncesi bir yaratığın tehdidi altındaki bir grup arkeologu konu alan “The Creature from the Black Lagoon”du (1954). Filmin 3-D görüntü yönetimi sınırlı ama akılda kalıcıydı. Ardından iki devam filmi yapıldı ve başrolü çeken Balık-İnsan karakteri haklı olarak Universal’ın ünlü canavarları arasındaki yerini aldı.
Çeşitli teknik zorluklar ve maddi nedenlerden ötürü, Hollywood’un ilk 3-D furyası kısa sürdü, ama sonraki yıllarda düşük bütçeli bağımsız korku filmleri bu formatın ateşini canlı tuttu. 1961 yılında, ikinci sınıf bir Kanada filmi olan “The Mask” 3-D çekilmiş tüyler ürpertici halüsinasyon sekanslarıyla Amerikan seyircisinin kanını dondurdu. “Andy Warhol’s Frankenstein” (1973) üç boyutlu korkuyu 70’lerin bir diğer popüler türü olan örtülü erotizmle birleştirdi.
1980’lerin başlarında, üç boyutlu öcü adamlar sinemada bir kez daha öne çıktılar. “Friday the 13th Part III” (1982) yenilikçi 3­B görüntülerle doluydu ve “lensin ötesine uzanma” (bir nesnenin perdeden fırlayıp izleyicinin üzerine gidiyor gibi görünmesi efekti) özelliğiyle takdir topladı. Serinin bu kanlı devam filmi önceki filmlerin hasılatını hemen hemen ikiye katladı ve bir sonraki yıl büyük stüdyoların “Jaws 3-D” ve “Amityville 3-D ” gibi filmler çıkarmasına ön ayak oldu.
Formatın beraberinde getirdiği yüksek maliyetler ve teknolojik sorunlar 1980’lerin ortalarında 3-D filmleri bir kez daha stüdyoların ve sinema salonu sahiplerinin gözünden düşürdü. Sonraki 20 yıl içinde 3-D sinema büyük ölçüde IMAX belgeselleriyle sınırlı kaldı. Ancak sonrasında yavaş yavaş 3-D filmlerin ABD sinemalarında yaygın kullanımının önündeki engeller aşılmaya başlandı. Günümüzde bu format sektör, sanatçılar ve izleyiciler için daha önce hiç olmadığı kadar çekici.
Kamera teknolojilerindeki yenilikler 3-D çekimin maliyetlerini düşürerek yapımcıların daha heyecan verici görsel efektler yaratmalarına olanak sağlıyor. İzleyiciler de göz yorgunluğuna ve başağrısı yapan kırmızı mavi (“anaglif”) gözlüklere mahkum değiller. Günümüzde yaygın olan 3-D formatları Real D ve Dolby 3D Dijital Sinema için rahat ve kristal kadar berrak görüntü sağlayan polarize gözlükler kullanılıyor.
“Polar Express” (2004), “Chicken Little” (2005), “Beowulf” (2007) ve “Journey to the Center of the Earth” (2008) gibi filmlerin 3-D gösterimleri “düz” versiyonlarındaki izleyici sayısının çok önüne geçti. Sadece 2009 yılında, en az dokuz tane 3-D animasyon filminin gösterime girmesi planlandı. “Shrek”, “Cars”, “Kung Fu Panda” ve “Toy Story” gibi serilerin bir sonraki yapımları 3-D olacak.
Formatın son dönemdeki başarıları ve ufuktaki umut vaat eden yeni 3-D teknolojiler ile korkunun bileşimi önümüzdeki yıllarda seyircileri koltuklarına yapıştıracak gibi görünüyor.
13 Şubat 2009’da sinemalarda.
www.mybloodyvalentinein3d.com

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Sessiz Kâbus - Sound Of Silence (2023) Elli Kelimelik Mektuplar (2021) Büyükler 2 - Grown Ups 2 (2013) Dünyada Bir Gece - Night on Earth (2017) Yakaza: Zehirli Kabile (2022) Adamlar - Men (2022)

Leave a comment