Numenor’un Düşüşü
J. R. R. Tolkien, Orta Dünya’nın İkinci Çağı için “karanlık bir çağdır” demiştir. Silmarillion başta olmak üzere Bitmemiş Öyküler ve Christopher Tolkien’in on iki ciltlik Orta Dünya Tarihi’nde detaylandırılan bu dönemin kırılma noktası sayılan “Númenor’un Düşüşü” ise ilk kez tek bir ciltte toplanıyor ve okurlara Númenor özelinde yeni bir tarihçe sunuyor.
Morgoth’un yenilgiye uğratılmasında Valar’a ve elflere yardım etmelerinin ödülü olarak Orta Dünya insanlarına bahşedilen Númenor, zamanla uygarlığın beşiği ve zenginliğin merkezi hâline gelmişti. Halkı bilgelikleri ve yiğitlikleriyle ünlüydü. Ama Manwë’nin bir şartı vardı, Númenórlular Valar’la Eldar’ın ölümsüzlüğüne imrenerek Kutlu Diyarları aramaya çıkamazlardı. Ne var ki Númenórluların güçleri arttıkça ölüm korkusu onları sarmaladı, açgözlülükleri ve kibirleri Sauron’un fısıltıları eşliğinde yüreklerini kararttı ve böylece Númenor’un düşüşünün tohumları da atılmış oldu.
Üç bin küsur senelik bu çalkantılı tarih Güç Yüzükleri’nin dövülmesinden Barad-dûr’un inşasına ve Sauron’un yükselişine kadar tüm Orta Dünya’yı etkileyecek olaylara sahne olacaktı.
Númenor’un Düşüşü Orta Dünya’nın tarihini Yüzüklerin Efendisi’nin eklerinde yer alan “Yılların Öyküsü” bölümünün zaman çizelgesine bağlı kalıp Tolkien’in yayımlanmış tüm metinlerinden faydalanarak Alan Lee’nin artık klasikleşen tarzıyla çizdiği illüstrasyonlarıyla birlikte anlatıyor.
Çevirmen: Kemal Baran Özbek
Yazdönümü Gecesi Rüyası
Zihinle bakıyor aşk, bakmıyor gözleriyle; Zaten Kanatlı Kupid hep kördür resimlerde.
Bir nebze olsun akıl yoktur zihninde aşkın, Kanatları ve körlük, simgesi pürtelaşın.
Aşk çocuktur derler ya, sebebi budur işte; Pek sık yanlışa düşer yaptığı seçimlerde.
Theseus ile Hippolyta’nın düğün günü yaklaşmaktadır. Atinalı bir soylu olan Egeus, yanında kızı Hermia ve iki genç adam, Demetrios ve Lysandros’la Theseus’un sarayına gelir. Egeus, Hermia’nın Demetrios ile evlenmesini istemektedir. Hermia ise Lysandros’la kaçıp evlenmeyi planlar. Bir zamanlar Demetrios ile nişanlı olan Helena, ona bu kaçış planını haber verir. Demetrios, Hermia ile sevgilisinin ardından ormana gider; Helena da onu takip eder. Âşıkların gittiği orman, Periler Kralı Oberon ile Periler Ecesi Titania arasındaki çatışmaya sahne olmaktadır. Theseus’un düğününde bir oyun sergilemek isteyen Atinalı zanaatkârlar grubu da prova yapmak üzere aynı ormandadır.
1595 dolayında kaleme alındığı tahmin edilen Yazdönümü Gecesi Rüyası, Shakespeare’in en sık sahnelenen oyunlarından biri.
Yiğit Yavuz’un çevirisiyle.
Uyuyan ve İğ
Bu hikâyeyi bildiğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Genç bir kraliçe var, evlenmek üzere. İyi kalpli, cesur, güçlü kuvvetli cüceler, dikenlere gömülü bir şato, bir de prenses var. Prenses bir cadı tarafından lanetlenmiş, rivayet o ki
sonsuza dek uyuyacak.
Ama bu hikâyede sadık atının üstünde dörtnala gelecek asil bir prens ummasın kimse. Beklenmedik yollara sapan, parlayıp ışıldayan kara büyü ipliklerinden örülmüş bir masal bu. Ve bir prensesin kurtarılması gerekiyorsa, kahraman bir kraliçe de olabilir.
Chris Riddell’ın resimlendirdiği bu öyküde Neil Gaiman, Pamuk Prenses ve Uyuyan Güzel masallarına yepyeni bir bakış açısı getiriyor.
Locus En İyi Uzun Öykü Kazananı
Kate Greenaway Medal Kazananı
Çevirmen: Elif Ersavcı
Biz Burada İyiyiz
Yasemin, Ali ve Eren; istedikleri gibi bir hayata başlamak umuduyla yeni bir şehre, Berlin’e tutunan üç arkadaş. İstanbul’u arkalarında bıraksalar da, kendilerini sanki hep ona aitmiş gibi hissettikleri “sarı binanın üçüncü katındaki loş evde”, İstanbul’un “yaşattıkları” da onlarla birlikte. Barbaros Altuğ, kalemin politik gücünü, dostluğun iyileştirici gücüyle harmanlayarak kuruyor romanını. biz burada iyiyiz, bir kaçış –ve elbette sığınış– hikâyesi.
“Köprünün girişinde polisin kurduğu barikat dayanamamıştı; bazısı ev terlikleriyle sokağa fırlayan insanlara yolda yenileri katılmış, uzaktan bakıldığında hepsi tek bir büyük kütle olarak görünen, oysa her biri o âna kadar birbirinin belki farkında bile olmadan, bambaşka hayatlar süren insanlar sabahın karanlığında köprünün üzerinden hep beraber yürüyerek Taksim’e ulaşmaya çalışıyorlardı. Deniz gördüklerini anlatırken gözlerimiz yaşarıyor, bunu çaktırmamak için gözlerimizi kaçırıyor, yutkunarak kendimizi tutmaya çalışıyorduk. O anlattıkça gözlerimiz dolmaya devam etti. Bir süre sonra kimse kendiliğinden akan yaşları umursamaz oldu; birbirimizi görmüyor gibi davransak da hepimiz ağlıyorduk. Yalnız değildik; burada, bu parkta bizi yalnızlaştırmaya, itmeye, yok etmeye çalışanlara direnirken sesimizi duyan, bizi anlayanlar vardı işte. O zaman bunun yeteceğini düşünüyorduk demek.”
Nankör
“Bir çocuğun annesine inanmaması mümkün mü? Annesinin onda gördüğünden fazlasını bulması mesela kendinde? Büyüdüğünde bile üstelik? Mümkün mü?”
Bir tekerlek gibi çamura saplanmış düşüncelere, sonunda hep birbirine benzeyen ilişkilere ayna tutuyor Nankör’deki öyküler. Karakterlerin çevresindeki karanlığı, içlerindeki çıkışsızlığı hissetmemek, o girdaba direnmek okur için de hiç kolay olmayacak üstelik.
Ruh ikliminin vahşi coğrafyalarında –gece inen kâbuslara rağmen– büyümek
ve büyütmek için çırpınan annelere ithaf edilmiş çarpıcı bir ilk kitap.
“Kalemi hâlâ elinde; onunla masanın üzerine bir çember karalayacak yavaşça. Bir çember, onun izinde bir tane daha, sonra başkaları. Kalemin ucu masanın üzerinde hızla dönüyor şimdi; halkalar muntazam mı değil mi artık kimin umurunda? Saplandığı çamurda boşuna çırpınan bir tekerlek sanki bu çizdiği. Çırpındıkça çırpınan lakin hiçbir yere varamayan, hiçbir yere gidemeyen bu tekerlek, çakıldığı batağın içinde döndükçe dönüyor. Kadın ağladıkça ağlıyor. Derken kalemi hiddetle kaldırdı. Kaldırıp tekerleğin tam ortasına öfkeyle sapladı. Kalemin ucu kırılıyor. Tekerlek durdu.”