Kiki’nin Cadı Kargosu 1

Hayao Miyazaki’nin en sevilen filmlerinden birinin uyarlandığı seride küçük cadı Kiki, her on üç yaşına gelen cadı gibi evden ayrılıp tek başına bir sene geçirmek zorundadır. Büyü yapmak konusunda acemi olsa da Kiki’nin çok iyi olduğu bir özelliği vardır: Uçmak.

Kedisi ve en yakın arkadaşı Jiji ile birlikte süpürgesine atlayıp kendine yeni bir yuva olabilecek şehri aramaya koyulur. Yüksek saat kulesiyle denizin kıyısında duran Koriko tam da Kiki’nin hayalindeki gibi bir yerdir. Kendine güvenen Kiki, Koriko’ya uçar ve güçlerinin kasaba halkına kolaylık ve neşe getireceğini umar. Ancak halkın güvenini kazanmak, yabancı bir şehirle tanışmak pek de kolay değildir. Bir cadı için bile.

Akiko Hayaşi’nin çizimleriyle
Çevirmen: Derya Akkuş Sakaue

Loudun Şeytanları

Hem edebiyata hem de felsefeye büyük katkılar sağlayan, başta
Cesur Yeni Dünya, Algı Kapıları ve Ada olmak üzere yazdığı elli kadar kitapla yalnızca çağını değil çağdaşlarını da derinden etkileyen, döneminin en ünlü entelektüellerinden İngiliz yazar Aldous Huxley, yedi kez de Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi. Huxley’nin hem hikâye anlatıcılığındaki hem de araştırmacılığındaki ustalığını gözler önüne serdiği Loudun Şeytanları ise “kurgudışı roman” olarak kabul ediliyor.

Gerçek olaylara dayanan ve bir roman gibi kaleme alınan kitapta, 17. yüzyılda Fransa’nın Loudun kentindeki Ursulin rahibelerinin şeytan tarafından ele geçirilmelerine sebep olmakla suçlanan Rahip Urbain Grandier’nin tüyler ürpertici hikâyesi anlatılırken, Hıristiyanlık, mistisizm ve şeytan çıkarma gibi konularda da tarihsel öneme sahip anekdotlar aktarılıyor.

1971’de Ken Russell tarafından sinemaya da uyarlanan Loudun Şeytanları, eleştirel ve felsefi yönü ağır basan, kendine has bir kitap.

“Hem bir yazar hem de bir düşünür olarak Huxley’nin imza attığı en iyi kitaplardan biri.” – The Guardian

“Loudun Şeytanları’nda kariyerinin zirvesinde olan Huxley, kahraman yaratmaktaki çarpıcı yeteneğini ve tarihe karışan dönemlerin gerçek havasını canlandırmaktaki becerisini ortaya koyuyor.” – The New York Times
Çevirmen: Can Ömer Kalaycı

Günlerin Köpüğü (Resimli)

“‘Âşık olmak isterdim,’ dedi Colin. ‘Âşık olmak isterdin. O da aynısını isterdi (yani âşık olmak). Biz, siz, âşık olmak isterdik, isterdiniz, onlar da isterlerdi.’”

Müziğin renklere, renklerin duygulara dönüşüverdiği, mutluluğun hacim kazanıp insanın gözlerinden taştığı bu tuhaf dünyada bir Colin vardı. Muhteşem aşçısı Nicolas’ın güzelim yemekleri, kara bıyıklı farenin şirinliği, can dostu Chick’in Jean-Sol Partre muhabbetleri onu yeterince teselli etmiyordu artık.
Colin âşık olmak istiyordu. Ve çiçekleri kıskandıran güzellikteki Chloé ile tek bir dans buna yetti.

Günlerin Köpüğü gerçekliğin eğilip büküldüğü, şenlenip kedere battığı, aşkın en sıradışı biçim ve üslupla ortaya konulduğu bir roman; dünyaya çiçek dürbününden bakan bir hikâye.

“Çağımızın en dokunaklı aşk hikâyesi.” – Raymond Queneau
Çevirmen: Birsel Uzma

Kadının Sesi Yok

“Bu hikâyeyi daha önce hiç duymadınız… Benim geldiğim yerde bu hikâyeleri kendimize saklarız. Başkalarına anlatmak duyulmuş şey değildir, tehlikelidir, büyük bir utançtır.”

FİLİSTİN, 1990. 17 yaşındaki İsra, babasının seçtiği taliplerle evlenmektense gizlice kitap okumayı ve okuduklarının büyüsüne kapılmayı ister. Ancak kısa bir süre sonra evlendirilip kocasıyla yeni ailesinin yaşadığı Brooklyn’e göçmeye zorlanır. İsra, ABD’de daha iyi bir yaşam bulmayı umsa da hayal kırıklıkları peşini bırakmaz. Gençliğinin baharındaki kız, kayınvalidesinin zulmü ve bir oğul doğurmak zorunda olmanın baskısı karşısında yaşama sevincini yitirir.
Ardı ardına doğurduğu kız çocukları ise İsra’nın kurtuluşu olmaz.

BROOKLYN, 2008. İsra’nın en büyük kızı, 18 yaşındaki Deya’nın tek arzusu üniversiteye gitmek olsa da, babaannesi Feride’nin ısrarı üzerine koca adaylarıyla görüşmek zorunda kalır. Deya, annesi ve babası hayatta olsa seçeneklerinin farklı olup olmayacağını merak etmekten kendini alamaz. Ancak babannesi kararlıdır: Deya için iyi bir gelecek sağlamanın tek yolu, doğru adamla evliliktir. Fakat çok geçmeden Deya, kendisini ailesiyle ilgili şoke edici gerçeklere götüren beklenmedik bir yolda bulur. Ailesini, geçmişini, bildiğini sandığı her şeyi ve kendi geleceğini sorgulamaktan başka çaresi yoktur artık.

Otobiyografik izler taşıyan ilk romanı Kadının Sesi Yok’ta Etaf Rum, edebiyatın zayıflar ile ezilenler için özgürleştirici gücüne ve gelenekler arasında sıkışıp kalmış günümüz kadınlarının iç çatışmalarına ve özlemlerine incelikle bakıyor.

“Khaled Hosseini’nin Bin Muhteşem Güneş’iyle karşılaştırılmayı hak eden bir eser.” — Refinery 29

“Bir kadının hayatının değeri nedir? Bu soru, Etaf Rum’un kuvvetli ilk romanı sayesinde ülkeler ve nesiller boyunca yankılanıyor.” — Washington Post
Çevirmen: Arzu Altınanıt

Daktilo Nebahat

“Bugün çocuğu cephede bulunan bir anne de çocuğu canavarlar tarafından parçalanmış tarih öncesi bir anne gibi kuduz bir acı hissetmiştir. Biz kadınlar hangi yaştan, hangi ırktan, hangi asırdan olursak olalım hep aynı şekilde hisseder ve aynı şekilde muhakeme yürütürüz. Dikkat ederseniz görürsünüz ki, biz kadınlar diktatör bir devlet idaresinde kurulmuş gizli bir cemiyetin azalarına benzeriz.”

Daktilo Nebahat, Suat Derviş’in 1930-38 yılları arasında kaleme aldığı, kadın karakterleri merkeze alan öyküleri bir araya getiriyor. Kariyeri boyunca neredeyse yalnız kadınları yazmış, öykülerine, romanlarına kadın ana karakterler seçmiş Derviş. Dahası yazıları, söyleşileri, röportajları ve anketleriyle de kadınları görünür kılmış. Bu efsane kadın, henüz otuzlu yıllarda tüm bu ezber bozan kadınları yarattığı için sizleri kendisine hayran edecek, henüz etmediyse.

Suat Derviş’in kadın karakterleri, onların hayata ve aşka bakışı, mücadelesi bugün de güncelliğini, gücünü koruyor. Zaten Derviş’i büyük bir yazar yapan tam da bu.

Bige Bilgen de kitapta yer alan “Suat Derviş’in Kadınları” başlıklı yazısında, hem bu derlemedeki öykülerden hem de Suat Derviş’in yıllar boyu farklı gazete ve dergilerde çıkmış “kadın”, “kadınlık” yazılarından bahsedip bu yazılardan üçünü bir araya getiriyor.

Okuma Odası

Tekinsizliğin caddelerinde dolaşan kentli öyküler yer alıyor Onat Bahadır’ın yeni kitabı Okuma Odası’nda.

Yer altı ile yer üstünün bir sarmaşık gibi birbirine girdiği, zaman katmanlarının üst üste bindiği; kimi zaman soğuk bir mart akşamında, kimi zaman garip bir sinema salonunda geçen; sabah vakti otobüste ya da iş çıkışı serviste “arka koltukta oturan adam”ı uyandırmadan okunması gereken öyküler…

“Sessizlik ya da hadi bir ot, yaprak hışırtısı yahut kuş cıvıltısı… Sabah bunları duyması gerekir insanın. Sonbaharsa rüzgârın olgun sesi… Kışsa soğuk eli… Yazın serin bir sabah meltemi belki… Baharın neyi olsa olur. Bunların hiçbiri, şehrin beton dikitleri arasından geçemiyor. Şehrin değişmeyen bir sesi var. Her mevsim, her ay, hafta ve gün… Ne kadar dikkatle dinlerseniz dinleyin ne dediğini anlamanız mümkün değil. Çünkü bir şey demiyor. Çünkü söyleyecek bir sözü yok bu uğultunun.”

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (18. hafta):
Umudunu Kaybetme - The Old Oak (2024) Grabuna (2024) Üç Günlük Dünya (2024) SOBE: Sakallı Bebek (2024) Hanna ve Minik Canavarlar - Hanna And The Monsters (2024) Çocuk Kalbi (2024) Tarot - Horrorscope (2024) Tereddüt Çizgisi (2024) Bakkal Amca: Mahmut Tuncer (2024) Sinemada İtiraz Ediyorum (2024) Şahsi Meselemiz Merkez Üssü Hatay (2024) Küçük Prens Karlar Ülkesi - The Swiss Adventure (2024) Back to Black (2024)
Arşivden Seçkiler:
Tutku Oyunu - L’Amant Double (2017) Telekinezi - Dark Touch (2014) Sevgisiz - Loveless (2018) İsyan - Lockout (2012) Ayı Kardeşler: Macera Parkı - Xiong Chu Mo: Kuang Ye Da Lu (2022) Korkunç Bir Film 5 / Scary Movie V (2013)