Kemikavcılar / Malazan Yitikler Kitabı 6
“KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEYİ OLMAYAN BİR ADAMLA PAZARLIK ETME.”
Yedi Kent İsyanı bastırılmıştı. Sha’ik ölmüştü. Geriye yalnızca, Gürzlü Leoman’ın liderliğinde, Y’Ghatan şehrinde saklanan bir grup isyancı kalmıştı. Bu kadim kaleyi kuşatma ihtimali, savaş yorgunu On Dördüncü Ordu’yu huzursuz etmekteydi. Çünkü burası, imparatorluğun en büyük şampiyonu Dassem Ultor’un öldüğü ve Malazan kanının sel gibi aktığı yerdi. Ölüm kokan, karanlık bir mekândı burası.
Ancak başka bir yerde, çok daha büyük bir çatışmanın piyonları ilk hamlelerini yapıyordu. Sakat Tanrı panteona sızmış, kutsalların saflığını zehirlemişti.
Bu yeni düzenin gölgesinde, bir ayrılık fırtınası yükselmekte ve tanrılar taraf seçmeye zorlanmaktaydı. Ancak hangi tanrı ne karar verirse versin, kozmosun dengesi artık geri dönülemez bir şekilde bozulacaktı. Kurallar yeniden yazılacak, ürkütücü ve zalim bir gerçeklik doğacaktı. Kan ilk defa ölümlülerin dünyasında dökülecek ve dünya bir daha asla aynı olmayacaktı…
Bu yeni dünyada, tanıdık ve yabancı yüzler kaosun içinde kendi yollarını aramaktaydı. Heboric Hayalet Eller, ele geçirilmiş Apsalar, hırsızken katil olan Kesici, savaşçı Karsa Orlong, kadim gezginler Icarium ve Mappo…
Her biri unutulmuş sırların yüküyle adımlarını atmakta, kendi iradeleriyle şekillendirebilecekleri bir kader arzulamaktaydı. Bu acımasız oyunda tanrıların müdahalesinden kaçmaya çalışacaklardı. Ancak tanrılar bir kez oyuna dahil olduğunda, nazik davranmazlar. Ve bıçaklar bir kez çekildiğinde, merhamet beklemek yalnızca boş bir hayalden ibarettir.
Cennette savaş çıkacaktır. Ödül ise varoluşun kendisidir…
“Her açıdan destansı… Erikson dev bir konuyu ustaca kontrol ediyor…
Fânilerin ve tanrıların dünyası sahiden de huşu verici bir çatışmada buluşuyor.” — Enigma
“Aksiyon ve hayal gücü konularında kimsenin eline su dökemeyeceği Erikson, destansı vizyonuyla Tolkien ve Donaldson gibilerin arasına katılmakla kalmıyor, belki daha bile öteye geçiyor.” — SF Site
Çevirmen: Cihan Karamancı
Kemikavcılar / Malazan Yitikler Kitabı 6 (Ciltli)
“KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEYİ OLMAYAN BİR ADAMLA PAZARLIK ETME.”
Yedi Kent İsyanı bastırılmıştı. Sha’ik ölmüştü. Geriye yalnızca, Gürzlü Leoman’ın liderliğinde, Y’Ghatan şehrinde saklanan bir grup isyancı kalmıştı. Bu kadim kaleyi kuşatma ihtimali, savaş yorgunu On Dördüncü Ordu’yu huzursuz etmekteydi. Çünkü burası, imparatorluğun en büyük şampiyonu Dassem Ultor’un öldüğü ve Malazan kanının sel gibi aktığı yerdi. Ölüm kokan, karanlık bir mekândı burası.
Ancak başka bir yerde, çok daha büyük bir çatışmanın piyonları ilk hamlelerini yapıyordu. Sakat Tanrı panteona sızmış, kutsalların saflığını zehirlemişti.
Bu yeni düzenin gölgesinde, bir ayrılık fırtınası yükselmekte ve tanrılar taraf seçmeye zorlanmaktaydı. Ancak hangi tanrı ne karar verirse versin, kozmosun dengesi artık geri dönülemez bir şekilde bozulacaktı. Kurallar yeniden yazılacak, ürkütücü ve zalim bir gerçeklik doğacaktı. Kan ilk defa ölümlülerin dünyasında dökülecek ve dünya bir daha asla aynı olmayacaktı…
Bu yeni dünyada, tanıdık ve yabancı yüzler kaosun içinde kendi yollarını aramaktaydı. Heboric Hayalet Eller, ele geçirilmiş Apsalar, hırsızken katil olan Kesici, savaşçı Karsa Orlong, kadim gezginler Icarium ve Mappo… Her biri unutulmuş sırların yüküyle adımlarını atmakta, kendi iradeleriyle şekillendirebilecekleri bir kader arzulamaktaydı. Bu acımasız oyunda tanrıların müdahalesinden kaçmaya çalışacaklardı. Ancak tanrılar bir kez oyuna dahil olduğunda, nazik davranmazlar. Ve bıçaklar bir kez çekildiğinde, merhamet beklemek yalnızca boş bir hayalden ibarettir.
Cennette savaş çıkacaktır. Ödül ise varoluşun kendisidir…
“Her açıdan destansı… Erikson dev bir konuyu ustaca kontrol ediyor…
Fânilerin ve tanrıların dünyası sahiden de huşu verici bir çatışmada buluşuyor.” — Enigma
“Aksiyon ve hayal gücü konularında kimsenin eline su dökemeyeceği Erikson, destansı vizyonuyla Tolkien ve Donaldson gibilerin arasına katılmakla kalmıyor, belki daha bile öteye geçiyor.” — SF Site
Çevirmen: Cihan Karamancı
Babamın Kuşağı ve Ben
Modern Çin’in büyük ustalarından Yan Lianke’nin, kendisinin ve ailesinin hayatlarını merkeze aldığı, atalarına hürmetlerini sunduğu çok özel bir anı kitabı Babamın Kuşağı ve Ben.
Babasının ve amcalarının ölümlerinin akabinde, onların anısına yazması gerektiğine inanan Yan Lianke, anlatıya kendi çocukluğundan ve yazar olana kadar çektiklerinden başlıyor: Oğlan çocuğunun ablasıyla, köylü çocuğun şehirli çocukla rekabeti, hasatta toprakta gurbette taşocağında işçiliğe, çimento fabrikasından askeriyeye durmaksızın çalışırken romanlarını yazarak nasıl yazara dönüştüğünü anlatıyor.
Ama daha büyük bir anlatı, minnet borcunu göstermeye çalıştığı babasının kuşağı hakkında: Kendisinin zayıf sağlığına rağmen ailesi ve hasta büyük kızı için her türlü fedakârlığı yapıp erkenden göçen babasını; köyün en itibarlı evini inşa etmesine rağmen kumar illetinden kurtulamayan büyük amcasını ve köyün dışında çalışan ilk insan olan, bu nedenle “boyun eğmiş” ve “arada kalmış” dördüncü amcasını anlatırken, yoksulluğun, köylülüğün, emekçiliğin, aile değerlerinin gerçekçi ve melodramatik bir tahlilini ortaya koyuyor, ne fedakârlıkların bizi bugüne getirdiğini gösteriyor.
“Babamın Kuşağı ve Ben kader, değişim, mutluluk hakkında ve Yan’ın deyişiyle ‘hayat’la ‘yaşama’yı karşılaştıran uzun terennümler içeriyor… Bu temalara ve fikirlere can veren Yan’ın izlenimci aile biyografisi tarzı… Zamanın çöküşüyle, bu Proust’u andıran yöntem sık sık Yan’ı ve okuru kendisiyle yüz yüze bırakıyor.” – SOUTH CHINA MORNING POST
“Bir ömür boyunca çocukları için geleneksel evler inşa eden, kızları için çeyiz sağlayan [Yan’ın] babaların kuşağına bir ağıt. Başardıklarında, dünyaları hızlı değişimle ellerinin arasından kayıyor…”
– ISABEL HILTON, FINANCIAL TIMES
Çevirmen: Lale Aydın Tunç
Korka
“Kum taneleri canını acıtmayacak bir nezaketle, ancak gözle görülebilecek bir hızla, vücuduna rastgele yerleşmeye başladılar. Görebildikleri, hızlanan taneler yüzünden olsa gerek, giderek azalıyordu. Sonunda kum taneleri bütün vücudunu kapladı ve Ozan da kumdan bir duvara dönüştü. Gözlerini yeniden açtığında, duvarda belirenleri anlıyordu. Önce harfler, sonra kelimeler… Okudukça değil, anladıkça değişiyordu yazılanlar.”
Bir aldatılış hikâyesinin ardından büyük bir özenle hazırlanan intikam şölenine eşlik ettiğimiz Korka, aynı zamanda doğanın bilinçaltına da bir davet mektubu niteliğinde. Ve tam da orada, kumdan duvarların arasında, insanın varoluşunu irdeleyen bir roman. Oyunbaz bir metin.
“Karşılaştıklarınla tanıştığın bir yer değildi burası, tanıdıklarınla karşılaşıyordun Korka’da.”
Ateş Ten Gölge
Uğur Deveci, Buzdan Top adlı romanının ardından, okuru bu kez de Ateş Ten Gölge adlı öykü kitabında on altı ayrı öykünün evrenine çağırıyor.
Gücünü nahifliğinden alan, her birinin kendi içinde bir derdi olan öykülerinde Deveci, eril ve hoyrat bir dilden alabildiğine uzak üslubuyla bizi apayrı insanların, farklı zamanlara ve mekânlara uzanan hikâyeleri arasında dolaştırıyor. Yeri geldiğinde, bir özlemi dindirebilmek için kâğıtlara ormanları yazıyor, bazen de eski trenleri yâd edip, “bitmeyen son”a kalmadığımız için şükrediyoruz. İsmiyle müsemma olmayan bir ağacın “manzarayı kapadığı” gerekçesiyle kesilmesinin yasını tutuyor, unutanların utancına ortak olmayı reddediyoruz. İçimizden dışarı çıkmayı isteyen ama bundan korkan yaşamı fark edip ona kucak açıyor, “Bir balığı kediden, köpekten ayıran neydi?” sorusuna kafa yoruyoruz. Denizi kaplayan dertle dertlenip, limonu ağacından düşüren mahzun kelebekle hüzünleniyoruz.
“Bir an da olsa güldü, ben de güldüm, güldük, gülebildik… hiç utanmadan!”
Kâğıttan Kaplan
İstanbul’da tavşan arayışına çıkan bir yazar adayının, önünden kaçışmayan güvercinlerce tescillenen hayaletliği… Hayat parçaları atık kâğıt tesislerinde parçalanan bir hayalet-yazar… Kendini bir yazara feda etmektense, katlana katlana kâğıttan bir kayık hâlini almayı seçen bir irade… Onlarca mavi tükenmezkalemin iflah olmaz adanmışlığına rağmen başlangıç cümlesinden öteye gidemeyen bir öykü; yarım bırakılması planlanırken önlenemez biçimde sona eren bir roman…
Ceyhan Usanmaz’ın birbirine dolanan öyküleri, “yazamamanın” farklı tezahürleri üzerine düşün(dür)üyor. Kâğıttan Kaplan oyunbaz bir kitap ama en çok da kendisine gülüyor.
“Mürekkebim kurusun biraz. Hatta bırakın hiç yazılmamış, yazılamamış bir öykü olarak kalayım. Dilden dile, akıldan akla sürüklenen bir öykücük. Akla aniden düşüvermiş ve sıcağı sıcağına not edilmediği için unutulmuş bir fikir belki. Saman alevi gibi tutuştuğu anda sönmüş bir heves kalıntısı, hiç ulaşılamayacak bir emeklilik tasarısı. Kış aylarında terk edilen bir sahil kasabasındaki deniz manzaralı yazlığın penceresine dayalı ahşap masa üstünde, tertemiz kâğıtlar ve tükenmezkalemler eşliğinde yazılmayı bekleyen bir başlangıç cümlesi. Zamanın sonsuzluğunda sıkışıp kalmış gibi değil ama; daha çok, özgürce uçuşan bir cümle…”
İthaki Polisiye Ajandası 2025
İlk yılında bilimkurgu, ikinci yılında korku edebiyatı, üçüncü yılında fantastik kurgu temasıyla ve dördüncü yılında Japon edebiyatı üzerine bir seçkiyle okurlarla buluşan, gelenek hâline getirmek için çalıştığımız İthaki Ajandası’nın beşincisiyle karşınızdayız.
Grafik tasarım: Hamdi Akçay, Aslıhan Kopuz
İthaki Polisiye Ajandası 2025 (Ciltli)
İlk yılında bilimkurgu, ikinci yılında korku edebiyatı, üçüncü yılında fantastik kurgu temasıyla ve dördüncü yılında Japon edebiyatı üzerine bir seçkiyle okurlarla buluşan, gelenek hâline getirmek için çalıştığımız İthaki Ajandası’nın beşincisiyle karşınızdayız.
Grafik tasarım: Hamdi Akçay, Aslıhan Kopuz