Gök Mavisi Denizdeki Ev

“En korkusuzumuz bile bazen korkabilir, korkunun bildiğimiz tek şey olmasına izin vermediğimiz sürece her şey yolunda.”

Kırk yaşındaki Linus Baker sakin, tekdüze bir yaşam sürmektedir:
Büyülü Gençlerden Sorumlu İdari Birim’de sosyal hizmet görevlisi olarak çalışmaktadır ve görevi gereği sıklıkla yetimhaneleri ziyaret edip bu yerlerdeki alışılmışın dışında yeteneklere sahip çocukları denetlemektedir.
Günün birinde Aşırı Üst Yönetim’den aldığı gizli bir görevle hayatının değişeceğindense haberi bile yoktur.

Linus gizli görevi doğrultusunda göz kamaştıran masmavi okyanusun ortasındaki Marsyas Adası’na geldiğinde bugüne kadar eşi benzerini
görmediği tuhaf şeylerle karşılaşacaktır: Yetimhanenin sakinleri bir gnome,
bir peri, bir wyvern, tanımlanamayan yeşil bir topak, bir Pomerian-insan ve Deccal’in ta kendisidir.

Üstelik adanın sakladığı tek sır bu olağanüstü çocuklar değildir. Yetimhane müdürü karizmatik ve cana yakın Arthur Parnassus’un da sıradan bir adam olmadığı yavaş yavaş açığa çıkacaktır. Arthur ile Linus birbirleriyle yakınlaştıkça Linus zor bir karar vermek zorunda kalacaktır: Ya bir yuvayı yıkmalı ya da dünyanın yanışını izlemelidir.

Kâh güldüren kâh duygulandıran anlatımıyla Gök Mavisi Denizdeki Ev,
hiç beklemediği yerde ilginç bir aile bulan bir adamın iç ısıtan öyküsünü ele alıyor ve okuru fark ettirmeden rengârenk dünyasının içine çekiveriyor.
“Cıvıl cıvıl ve eğlenceli bir modern fantazi eseri.” – Kirkus
Çevirmen: Nur Eren

Kurtbağrı

Efga ya da Dünya’daki adıyla İğde, Divan tarafından Dünya’ya gönderilmiş bir elçidir ve görevi keşifte bulunmaktır. Dünyalı olup olmamak, kimliğini gizleyip buradaki yaşamına devam etmek ile kendi gezegenine dönmek konusunda kararsız olduğu gibi, sevgilisi Taner’le de ilişkisine ne şekilde devam etmek istediğinden emin değildir. Dünya’yı keşfetmekle uğraşırken, kendini de keşfetmeye başlamıştır. Çevresindekilere göre aklı pek de yerinde olmayan, yalnız yaşayan, tuhaf ve yaşlı bir kadın olan Hina Hanım ise İdrak Lisanı adı verilen zihinsel irtibatı kurabilen biridir ve İğde’yle aynı dili konuşabilmesi, onu sıradanlığından sıyırıp Dünya’nın kaderini değiştirebilecek denli önemli birine dönüştürecektir.

Başarılı bir çevirmen olarak Yüzüklerin Efendisi’nden Yerdeniz’e kadar önde gelen fantazi ve bilimkurgu eserlerini dilimize kazandıran ve ilk romanı Uçan Mabet’le bu kez bir yazar olarak okurlarının karşısına çıkan
Çiğdem Erkal’ın ikinci romanı Kurtbağrı, 1970’lerin sonunda İzmir’de geçen, kimi zaman Ursula K. Le Guin’e selam gönderen, kimi zaman da nostaljik ve yerel motiflerin rol oynadığı, etkileyici bir bilimkurgu romanı.

“Hayal ile gerçeği karıştırdığı için adı deliye çıkmamış mıydı? Çoktan bırakmıştı insanların hakkında söylediklerini dinlemeyi ama… Ama kendisi de gerçek ile hayali karıştırıp duruyordu artık. Kendi dünyasında, kendince yaşıyordu uzun zamandır. Bir yolunu bulmuştu hayatta kalmanın. Fakat bu farklı bir şeydi.
Çok, hem de çok uzun zamandır bu kadar yakından bir hitap duymamıştı.”

Bir Sağır Zangoç

Soner Sert’in ikinci öykü toplamı: Bir Sağır Zangoç.

Araf, Ölüm ve Yaşam. Yazar, üç başlık altında topladığı öykülerinde, olağan görünen an parçalarının nasıl olağandışı yollara sapabileceğini, karakterlerin raydan çıkan hayatlarının –belki de en– kötü günlerine odaklanarak gösteriyor, kırılmaların altını kazıyor. Bu dönüşüm rüzgârına kapılan okurun zihnindeyse hep aynı soru peyda oluyor: İşler nasıl bu noktaya geldi?

“Allah’ın unuttuğu, kurdun kuşun belirli bir saatten sonra ses etmediği, sokak lambalarının bile yanıp yanmamakta tereddüt ettiği, ‘Boğulacaksan, büyük denizde boğul,’ deyip hep küçük denizde boğulanların işsizler kahvesine tünediği, kimsenin ne çok iyi ne çok kötü olduğu ama herkesin birbirine ahlak pazarladığı bu kasabada ortalık cırcırböceklerine kalmıştı. Ece, jandarma karakolunun izbe nezarethanesinde yarı açılmış ufak pencereden periyodik olarak gelen seslere kilitlenmiş, başına gelenleri düşünüyordu. Cırcırböceklerinin sesi kafasının içine içine vuruyordu. Cilası yeni yapılmış, üzerinde ‘İçişleri Bakanlığı’ yazan kırmızı beyaz boyalı bankta otururken, göğsünün daraldığını, nefesinin kesilir gibi olduğunu hissetti.”

Veraset Vergisi

bir hevesti benim için. ama yine de olmadı.
hâlâ çok istiyorum / fakat kapanmış bir miadı
açmamak gerekir. zaten bunu çoğullayan benim
vas diferans denklemlerim, eksik müteverrim
duvarında küçükhasan mücevheri yalancıktan
yoksa zaten ben de alnımın evcine erebilirim.

Muhabbet Tılsımı

“Ey Derviş Okyanus! Ey aşk sultanı, ey ulu kişi, ey kutsal pir, senin bana birkaç öpücükle üç yüz kuruş karşılığında lütfettiğin bu tılsım için şu saatte milyonlar harcamaya hazır kim bilir ne kadar kara sevda bedbahtları vardır? Böyle bir nimetin bedeli, dünya hazineleriyle ödenebilir mi?”

1921’de tamamlanıp 1928’de kitaplaştırılan Muhabbet Tılsımı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın en sevilen batıl inanç komedilerinden biri. Tutkularının esiri olup sahte dervişlerin, büyünün, muskanın peşine düşen insanların her devirde benzer özelliklere sahip olduğunu yüz yıl öncesinden kaydediyor yazar. Hatta büyüler, muskalar için bir de tarif sunuyor okura: yeni doğmuş çocuk kakası, hüthüt yumurtası, dövülüp ezilmiş kırlangıç gagası, yarasa derisi, farenin gerisi, üç yüz pirenin ezilip zerrin nigâr tohumu ve nöbet şekeriyle karıştırılarak saf macun hâlinde yenmesi…

Toraman

“Ah, bu akşam ne kadar mutluyum! Bir kolumda sevgili karım, ötekinde kıymetli Toraman’ım. Onlar birbirinden memnun, ben onlardan, onlar benden…
Bu saadet, bu güzel uyum, bu yalancı dünyada binde bir bulunmaz.
Bu mutluluğu, feleğin kıskanç gözlerinin çekemeyeceğinden korkuyorum.”

1919 yılında yayımlanan Toraman, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aile kurumunu, kadınların 20. yüzyıl başlarında uğradığı haksızlık ve eşitsizlikleri muzipçe eleştirdiği eserlerinden biri. Romanın esasını, baba ve oğulun aynı kadına ilgi duymasından ziyade, eşler arasındaki yaş farkının ve erkeğin birden fazla kadınla evlenebilme hakkına sahip oluşunun yarattığı trajik sonuçlar teşkil ediyor.

Türk edebiyatının önemli natüralistlerinden biri olan Gürpınar, yüz yıl öncesinin tüm gerçekliğini Toraman’da bir ayna gibi yansıtıyor. Aşkı, şehveti ve ihaneti saf gözlerle gören, kalemini o gözlerle tutan yazar, okura da bu yolda öğütler veriyor.

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Vavien (2009) Bağlanmak Yok - No Strings Attached (2011) Şansımı Seveyim (2017) Zat-ı Mahfuz (2018) Oldu mu Şimdi? (2016) Bir Kadının Zaferi – De Dirigent (2019)