Epik serinin sonuna bir kala taşları yerinden oynatan bir eser…

Dune Sapkınları

Frank Herbert, deneylerden çok deneysel yaklaşımların had safhaya ulaştığı, tür içerisindeki “iyi edebiyat iyi edebiyattır”cıları bir araya getiren yeni dalga bilimkurgu akımının en önemli temsilcilerinden. Türün tüm olanaklarını, suyunu çıkarana kadar kullandığı Dune serisinin beşinci kitabı Dune Sapkınları, inanç ve inançsızlık arasındaki çizgiyi soluklaştıran, epik serinin sonuna bir kala taşları yerinden oynatan bir eser.

Tanrı İmparator II. Leto’nun üç bin beş yüz yıla yakın süren hükümdarlığının son bulmasının üstünden bin beş yüz yıl geçti. Altın Yol için yaptığı bu fedakârlıktan sonra insanlar II. Leto’nun “gerçekten de” ölüp ölmediğinden hâlâ emin değillerdi ve İmparatorluk harap olsa da Altın Yol’u sıkı sıkıya takip etmeye devam edeceklerdi.

Dağılış sonucu milyonlarca insan parçalanan medeniyeti terk ederek uzayın bilinmeyen köşelerine dağılmışlardı. Artık Rakis denen Arrakis yine çölleşmişti ve kum solucanları ölmekteydi. Bu sırada, Kayıp Olanlar gücü ellerine geçirmek için geri dönmüştü. Hizipler, İmparatorluk’tan arta kalanın kontrolünü ele geçirmek için yarışırken Rakis’te Sheeana adında bir kız tüm dikkatleri üstüne çekmişti çünkü son Tanrı İmparator’un bahsettiği kehaneti gerçekleştirebiliyordu: Kum solucanlarını kontrol etmek.

Tüm bunlar olurken Bene Geseritler’in önünde iki seçenek vardı: Ya gizli manipülatörler olarak, hayatta kalmaya çabalayan insanlığın aynı yolda ilerlemesini yönlendirmeye devam edip gerilimi azaltacak ya da Altın Yol’u kabul edip insanlığı yok olma tehlikesinden uzak yeni bir geleceğe götüreceklerdi.

“Şahane planlanmış bir eserin heybetli bir parçası. Fevkalade!”
– Los Angeles Herald Examiner

Çevirmen: Dost Körpe

Sapık

“Filmim Sapık, tamamıyla Robert Bloch’un eseri sayesinde ortaya çıktı.”
– Alfred Hitchcock

“Robert Bloch, Edgar Allan Poe seviyesinde bir yazar.” – Harlan Ellison

“Sapık ile Bloch gizem romanlarını ve ilk haliyle James Cain tarafından ortaya çıkarılan anti kahraman kavramını yeniden şekillendirdi.” – Stephen King

“Robert Bloch, tüm zamanların en usta yazarlarından biri.” – Peter Straub

Robert Bloch, yirminci yüzyıl korku-gerilim edebiyatının en üretken ve yenilikçi zihinlerinden; Alfred Hitchcock tarafından sinemaya uyarlanan ve yıllardır tartışma konusu olan romanı Sapık ise yazarın en başarılı ve en sansasyonel eseri. Dönemin korku salan psikozlu katili Ed Gein’in gerçek yaşamından esinlenen Sapık en az ünü kadar sert ve sapkın bir roman.

Karanlık ve fırtınalı bir gecede yolunu kaybeden Mary Crane yol kenarında Bates Motel tabelasını gördüğünde tükenmiş bir haldeydi. Motelin sahibi Norman Bates tuhaftı ama iyi biri gibi görünüyordu.

Norman Bates kadını odasındaki delikten izliyordu. Ama anne oradaydı.
İğrenç düşüncelerinden Norman’ı korumak için gelmişti. Ve elinde bir bıçak tutuyordu…

Tepenin yamacındaki ıssız Bates Motel yeni konuklarını bekliyor.

Çevirmen: Ömer Ezer

Camları Kırın
Kuşlar Kurtulsun

Yılmaz Güney ve Fatoş Güney aşkı farklı bağlamlarda pek çok tartışmanın konusu oldu. Nice zorluklara göğüs gererek serpilen, cezaevi, sürgün, ayrılık gibi çetin süreçlerle daha da güçlenip büyüyen bu destansı sevgi ilk kez tüm detayları, tüm çıplaklığıyla kâğıda döküldü, bizzat Fatoş Güney tarafından.

Moda’da doğup büyümüş, burjuva kültürüyle yetişmiş ve kendi kozasından çıkmamış bir genç kızın hayatının altüst oluş hikâyesiyle başlıyor Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun. Bu bireysel değişim ülkenin siyasi tarihi ve politik sarsıntılarla, Yılmaz Güney’in kendi yolunu bulma serüveniyle harmanlanarak eşsiz bir anlatı oluşturuyor. Fatoş Güney bu kitapta bizlere birlikte mücadele etmenin, birlikte olgunlaşmanın, birlikte direnmenin hikâyesini sunuyor.

Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun Yılmaz Güney ve Fatoş Güney’in dillere pelesenk olan büyük aşkına, Türkiye politik sinemasına ve onun en özgün, öncü figürü olan Yılmaz Güney’in hayatına, darbeler tarihine; direnmeye, değiştirmeye inanmış bir kuşağın anlam dünyasına ışık tutuyor.

“… Fakat yılmamalıydım, sürdürmeliydim yazmayı çünkü biliyordum, hiçbir şey sonsuzlukta yok olup gitmek kadar acı olamazdı.
Yazmak, ölümden bir şey koparmaktı!
(…) Geçmişin tüm birikimi, şimdiki zamanın gerçekliğiyle birleşecekti nihayet. Bu kez yeniden hatırlamanın, yeniden değerlendirmenin süzgecinden geçerek…”

Scout Açısı

“SCOUTING, OYUNCU BULMAK DEĞİL OYUNCUYU ANLAYABİLMEK
VE ANLATABİLMEKTİR.”

Santra Dergi ve Futbol Akademi’de yayımlanan futbol incelemeleri ile
Lig Radyo’daki yayınlarıyla tanınan, daha önce de Türkiye futboluna birçok genç yeteneği kazandıran Bursaspor’un scouting departmanında görev alan
M. Sinan Pala’nın oyuncu keşfetmenin ipuçlarını verdiği ve maçları farklı bir açıdan seyretmeye olanak tanıyan ilk kitabı: Scout Açısı.

“Scouting Nedir?”, “Nasıl Scout Olurum?”, “Scouting Kalite Kontrol Piramidi” ve “Sahadaki Görevler” başlıklı dört ana bölümden oluşan Scout Açısı’nda Pala, oyuncu gözlemciliğinin tarihini, önemini ve futbolun gelişimine olan katkısını çeşitli futbol ekollerinden ve takımlarından örnekler vererek inceliyor.
Günümüz futbolunda, özellikle Türkiye gibi genç oyuncu keşfetmenin ekonomik bir zorunluluk olduğu gelişmekte olan ülkelerde scouting gibi geniş kapsamlı bir çalışma alanının tuttuğu yeri ve gelişimini futbol tarihinin başladığı dönemden itibaren aşama aşama masaya yatırırken bu alana ilgi duyan futbolseverlere de oyuncu gözlemlemenin, analiz etmenin ve bilgi sunumunu yapmanın inceliklerini anlatıyor.

Uykusuz

Bir yer. Bir şehir. Renk tercihini griden yana kullanmış isimsiz bir kent. Varlığı ve yokluğu bir. Hem cansız hem de kan içinde. Sözcükler var. Nefesler var. Ter var. Saflık yok burada. Doğal olmayan bir işleyişte sürüklenmeler var. Tuhaf masallar anlatan ayyaş bir baykuş var. Yıkık dökük bir bina var. Bir adam var bir de. Ölümün kardeşi uykuyla düello halinde biri. Yeni yalnızlığına tutkun, birden çok kadını olan biri. Puslu rüyalarında asıl yaşamını sürdüren, mutsuzluğuyla meşhur biri. Ve elde edemediği bir şey var. Tek bir şey…

“Sen hiç kendinden oldun mu? Olmuşsundur, oldun da. Gittin. Sevmişliğinden, sevilmişliğinden gittin. Bir sandalyedeydin gidişlerin olurken. Sımsıkı bağlamışlardı seni. Kimler? Bilinmez ve ne önemi var ki? Şefkatin, pürlüğün uçuşarak kaçıştığını dehşet içinde seyretmiştin. Hatırlar mısın? Küçüktün. Unutmuşsundur. Bir süre debelenip aniden durgunlaşmıştın. Tam da o anda çözülmüştü ipler kendiliğinden. Ayağa kalkmıştın. Şöyle bir üstünü başını düzeltmiştin. Gözünde başka türlü bir bakış parlamıştı, yaşamayan bir bakış. Gölgemsi bir varlık peşine o an takılmıştı. Biliyordun. Korkmamıştın.
Bir alacakaranlığa onunla daldın sen. Sen, kendinden oldun. Öldün.”

Karanlık Cevher Serisi Kutu Set

Karanlık Cevher Serisi:

Altın Pusula
Keskin Bıçak
Kehribar Dürbün
Çevirmenler: Sevin Okyay, Niran Elçi

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Hüddam'ın Soyu: Marid Cinleri (2022) Bir Gece (2015) Atlıkarınca (2011) Frantz (2016) Şey - The Thing (2011) Kız Kardeşler (2019)