Dinozor Öyküleri

“Ray Bradbury’nin yazdığı her şeyi okumak istiyorum; gerçekten hayatınızı değiştiriyor.” — Alice Hoffman

“Tek bir kelebeğin ölümü bu kadar önemli olamazdı. Olur muydu yoksa?”

Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun “iyi edebiyat” da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. 1983’te yayımlanan Dinozor Öyküleri, her yaşa hitap eden farklı türlerde dört öykü ile iki şiir içeriyor.

Tarihöncesi çağlara safari düzenleyen bir şirket, yavaş yavaş dinozora dönüşen bir çocuk, bir deniz fenerini saplantı hâline getiren uzak zamanlardan bir canavar, beyaz perdeden çıkıp günlük hayata karışan dinozorlar…

“Sis Düdüğü” ve “Bir Gök Gürültüsü Sesi” gibi çok sevilen iki öyküyü de içeren derlemede Bradbury hataları, başarısızlıkları, intikam arzuları ve hayalleri olan sıradan insanların –ve dinozorların– olağanüstü hikâyelerini anlatıyor.

Bugüne bakabilmek için ne kadar geçmişe gitmek gerekir? Bir dünyanın kaderi bir kelebeğin kanatlarının rüzgârıyla değişebilir mi gerçekten?

Dinozor Öyküleri, tarihöncesinden uzak geleceğe yankılanan
bir gök gürültüsü sesi.
Çevirmen: Elif Ersavcı

Fahrenheit 451

70. Yıl Özel Baskısı

“Öyle bir eser ki, hakkında ne söylesem eksik kalır.” — NEIL GAIMAN

“Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu.” — MARGARET ATWOOD

Guy Montag bir itfaiyeciydi. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzereydi zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe veriyordu. Montag’ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktı: Kitapları.

Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştı ve tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred’la beraber yaşıyordu. Ancak yeni komşusu Clarisse’le tanışmasıyla tüm hayatı değişti. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulayacaktı.

Peki ya insanların uğruna canlarını feda etmeyi göze aldığı bu kitapların içinde ne vardı? Gerçeklerin farkına vardıktan sonra bu karanlık toplumda artık yaşanabilir miydi?

Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.
Çevirmen: Dost Körpe

Şimdi ve Daima

“Bradbury’den Melville, Shakespeare ve Poe esintileri taşıyan eşsiz bir kitap.” — The Tımes

“…Zamana dair bildiğimiz her şeyi, hatta zamanın kendisini ardımızda bıraktık.”

Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun “iyi edebiyat” da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. 2007’de yayımlanan ve iki kısa romanı bir araya getiren Şimdi ve Daima, Bradbury’ye niçin düzyazının şairi dendiğini kanıtlar nitelikte bir kitap.

“Bir Yerlerde Bir Müzik Çalıyor”da James Cardiff, okuduğu şiirler ve gördüğü rüyalar tarafından yavaş yavaş küçük çocukların sokakta oynamadığı ve sakinlerinin asla yaşlanmadığı, gözlerden uzak bir kasabaya çekilir. Kasabanın şairane güzelliğinden ve bir Mısır kraliçesinin adını taşıyan hoş, esrarengiz bir kadından büyülenen James, acımasız bir yıkım yaklaşırken kasabanın gizemlerini ortaya çıkarmak için elinden geleni yapacaktır.

“Leviathan ‘99”da acemi astronot Ishmael Hunnicut Jones, Cetus 7’ye binerek kaderini bir kuyrukluyıldızı saplantı hâline getiren amansız bir delinin ellerine bırakır. Gezegenler arasında gezinen mürettebat ise bu yolculukta ilahi bir yargıyla ve evrendeki en korkunç düşmanla yüzleşecektir: Zamanla.

Şimdi ve Daima, Amerika’nın önde gelen hikâye anlatıcısının eşsiz yeteneğinin nefes kesici çeşitliliğini ve zihninin, ruhunun ve kalbinin bastırılamaz canlılığını gözler önüne seriyor.

Şimdi ve Daima, ustadan ustalara saygı duruşu.
Çevirmen: Kemal Baran Özbek

Bilinmeyen Boyut

Nona Fernández, kendi kuşağının önde gelen Latin Amerikalı yazarlarından biri. Oyunculuk ve senaryo yazarlığı da yapan Fernández, roman ve öyküleriyle unutulmaması gerekenleri hatırlatmayı görev edinmiş, Şili’nin tarihindeki karanlık sayfalara ayna tutmaya çalışan bir bellek direnişçisi.
Bilinmeyen Boyut ise tarihi suçların mirası hakkında sürükleyici ve dehşete düşürücü bir hikâye anlatıyor.

1984 yılında, Şili’de Pinochet diktatörlüğünün tam ortasında, muhalif bir derginin ofisine kederli bir adam gelir. Emniyet örgütü mensubu bu adam, “Konuşmak istiyorum,” der ve gazeteci, şimdiye kadar bilinmeyen bir boyutun kapılarını açacak ifade için kayıt cihazını çalıştırır. Anlatıcı, dergi kapağında “Ben İşkence Yaptım” başlığıyla yayımlanan yazıyı okuyup bu adamın yüzünü ilk gördüğünde henüz çocuktur. Adamın rejimin en kötü suçlarındaki dahli ve bunlar hakkında konuşma konusundaki kararlılığı, anlatıcının yetişkinliğine, yazar ve belgeselci olarak kariyerine musallat olacaktır.

Fernández, “insanlara işkence eden adamı” arşivlerin ulaşamayacağı
yerlere, romana adını veren TV programının, rejimin acımasız ama sıradan entrikalarıyla bir arada var olduğu, tarihin o bilinmeyen boyutuna kadar
takip ediyor.

“Fernández, büyük bir zekâ ve saplantılı bir samimiyetle yazdığı etkileyici düzyazısında işkencenin korkunç gerçekliğini ve daha da korkuncu, nasıl rutin hâle geldiğini görmemize yardımcı oluyor.” — FERNANDA MELCHOR
Çevirmen: Roza Hakmen

Savaşlar Çağı

MICHAEL J. SULLIVAN’IN DESTANLAR ÇAĞI İLE BAŞLAYAN EPİK SERİSİ SAVAŞLAR ÇAĞI’YLA DEVAM EDİYOR.

İnsanoğlu ile bir zamanlar onları yöneten zalim tanrısal varlıklar arasındaki destansı savaş tüm yoğunluğuyla dünyayı kasıp kavuruyor. İnsanların kurduğu ittifak kırılgandı ve daha önce hiç olmadığı şekilde sınanıyordu. Persephone demir gibi iradesi ve merhametli kalbiyle insan klanlarının birbirine düşmesini engelliyordu. Kibirli Fhreyler liderleri Nyphron tarafından zar zor kontrol altında tutulurken, Nyphron da sevgisiz bir evlilikle kendi hain gündemini ilerletmeye çalışıyordu. Bu evlilik Persephone’nin en çok sevdiği kişinin ihanetiyle sonuçlanacaktı: Raithe, Tanrı Katili.

Fhrey lordları isyanı bastırmak için ordularını ve büyücülerini toplarken, sadakatler sorgulanacak ve yeni komplolar Persephone’nin başardığı her şeyin yok olması ihtimalini doğuracaktı. Umudun tükendiği o en karanlık zamanda, yeni kahramanlar yükselecekti ama… ama bunun bedeli ne olacaktı?
Çevirmen: Cihan Karamancı

Suç ve Bela Öyküleri

“Hayatım boyunca iki şeyden kaçamadım: Suç ve bela…”

Emel Aslan’ın suça fazlasıyla karışmış, belaya ziyadesiyle bulaşmış öyküleri, sürprizli sonlarıyla polisiyenin ne kadar tekinsiz bir tür olduğunu yeniden hatırlatıyor! Suç ve Bela Öyküleri çocukça rüyaların masumiyetinin, ilişkilerin samimiyetinin, arkadaşlıkların sağlamlığının, aile sıcaklığının beklenmedik bir anda nasıl paramparça olduğuna tanıklık etmeye davet ediyor okuru.

“Vedalaşma dediğin tam da böyle olur bence. Açık çemberler tamamlanır, bitmemiş cümlelere son noktalar konur.”

Sınırları Aşan Dilbilim 1. Cilt

    Bilim dünyasında yenilik ve değişimleri paylaşabilmek, izleyebilmek ve tartışabilmek için anadilinde üretilmiş bilimsel yazılardaki bilgilerin yine anadili konuşucularınca kavranması ve bu yolla başka bir üretim sürecinin başlatılması gerekmektedir. Bunun ilk basamağı da derinlikli anlamakla ilerlemesi beklenen bilimsel düşünme sistematiğinin kendi kendinelik değeri çerçevesinde aracısız olarak gerçekleşmesidir. Bu doğrultuda, elinizdeki kitapta ayrı bir alan olarak ortaya çıkmasından bu yana yalnızca kendi sınırlarını değil, ilişkili olduğu diğer disiplinlerin de sınırlarını aşan ve birçok alanın ortak paydasında konumlanan Dilbilim, geniş oylumlu alt alanlarıyla ele alınmaktadır. Tüm bölümler ilgili alanın ne olduğu, tarihçesi, temel terim ve kavramları, amaçları, neden böyle bir alanın bulunduğu, alandaki başat ve güncel araştırmalar, kuramsal/genel dilbilime katkısı/alana yönelik bulguların dil kuramları açısından nasıl yorumlanabileceği, alanın -varsa- türleri ve/ya alt ulamlarının neler oldukları gibi pek çok bilgiyi içinde barındırmaktadır. Deyim yerindeyse çölde vaha niteliği taşıyan bu kitap yalnızca dilbilim araştırmacılarına değil, verili olanla verili olmayanı anlama serüvenine eşlik etmek isteyen tüm okurların zihinsel kavrayışlarına yol gösterecek bir kaynaktır.

    “İyi işlenmiş bir bilim, iyi kurulmuş bir dilden ibarettir.” – Condillac

    Büyük Deniz Köpürüyor

    Duran Emre Kanacı, incelikli bir dil işçiliğiyle kurduğu ilk kitabı Yapı ve Yasa’dan sonra bu kez bir romanla, Büyük Deniz Köpürüyor’la selamlıyor okuru.

    Akdeniz – suları tarih boyunca kıymetli, kıyıları zengin ve bir o kadar da kanlı; içine sayısız kadim hikâyenin salındığı Büyük Deniz. Kanacı, günümüzde Akdeniz’in doğusundaki savaşlarda doğup büyüyen, büyümeden yitip giden çocukluğun, tahrip edilen doğanın ve mimarinin izini tarihten, Tunç Çağı’ndan bir hikâyeyle sürüyor. İşgalci bir düşmanın yakıp kül ettiği yuvasını terk eden Nepis Ael’in hikâyesiyle. Bugünün karanlığına da Arap şiiriyle dokunuyor, “kelimelerin bütün diktatörlükleri ürküten müthiş bir gücü olduğuna” inanarak.

    “Tanrıların korumayı seçmediği; düşmanın yıktığı Ugarit duvarlarının altında sıkışıp kalan, yumuşak etleri düşmanın salladığı kılıçların ucunda biten kadınları düşündü ve anladı ki dünya çok zaman geçmeden başlarına yıkılıp kalacaktı. Zira bu denli kıyımlara birer ikişer dayanacak insan çıkardı elbette, işte annesi, belki geçmişte kız kardeşleri addettiği Anat rahibelerince yerlerde sürüklenirken yine de ne denli mağrur idi fakat bu dünyanın, en zarif tanrıların ellerinde dokunmuş yapısı kaba ellerce muhakkak sökülüp atılacaktı.”

    HaftaninFilmi.com’dan Filmler

    Gösterimdekiler (18. hafta):
    Umudunu Kaybetme - The Old Oak (2024) Grabuna (2024) Üç Günlük Dünya (2024) SOBE: Sakallı Bebek (2024) Hanna ve Minik Canavarlar - Hanna And The Monsters (2024) Çocuk Kalbi (2024) Tarot - Horrorscope (2024) Tereddüt Çizgisi (2024) Bakkal Amca: Mahmut Tuncer (2024) Sinemada İtiraz Ediyorum (2024) Şahsi Meselemiz Merkez Üssü Hatay (2024) Küçük Prens Karlar Ülkesi - The Swiss Adventure (2024) Back to Black (2024)
    Arşivden Seçkiler:
    10. Köy: Teyatora (2014) Şeytani Ruhlar - Demonic (2015) Çakal (2010) Osmanlı Subayı - The Ottoman Lieutenant (2017) Annabelle (2014) Senden Başka - Anyone But You (2024)