Pandora’nın Kutusu
“Benim yaşıyor olmam insanlara rahatsızlık veriyor. Ben lüzumsuz bir adamım.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai Pandora’nın Kutusu’nu intiharından üç yıl önce kaleme aldı. Diğer birçok eseri gibi otobiyografik öğeler taşıyan romanda Dazai İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’da bireyin yaşadığı buhrana ve umut arayışına ayna tutuyor.
İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, Japonya yenilmiştir. Hasta ve gelecekten umutsuz bir adam, tıpkı o sıralarda ülkesinin yapmaya çalıştığı gibi hayatını yeniden inşa etmek zorundadır. Tarlakuşu lakaplı bu genç adam herkesin takma isimler kullandığı bir sanatoryumda ilginç bir hasta ve hastabakıcı topluluğuyla geçirdiği günleri arkadaşına yazdığı mektuplarla anlatır. Günler geçtikçe Tarlakuşu umutlanma cesaretini gösterecek ve ölüm arzusu yerini yaşama isteğine bırakacaktır.
Çevirmen: İrem Akçay
Turnanın Soyu
Tiranlar kalp söker. Hükümdarlar ise kendi kalplerini feda eder.
Yan Prensesi Hesina, her fırsatta kraliyet görevlerinden kaçmanın bir yolunu bulsa da babası bir suikaste kurban gittiğinde kendine miras kalan istikrarsız krallığı yönetmek zorunda kalır. Babasının katilini bulmaya kararlı olan Hesina, bir müneccimden yardım ister. Yüzyıllar önce büyü yapmanın yasaklandığı Yan’da bu davranış vatana ihanet etmek demektir.
Ailesine bile güvenmeye cesaret edemeyen Hesina, kendine ait karanlık sırları olan hükümlü Akira’dan yardım almak zorunda kalır. Krallığının geleceği tehlikedeyken Hesina babasının katilini bulabilecek midir, yoksa bunun bedeli tahmin ettiğinden ağır mı olacaktır?
Çin kültüründen ilham alan Turnanın Soyu’nda Joan He, bizi aldatmacalarla dolu bir dünyada kendini erdemli olanı yapmaya adamış, hassas ve genç bir kadınla tanıştırıyor.
“Entrikalar, sürprizler ve ihanetle dolu sürükleyici bir macera. Okurların beklediği Çin fantastiği işte bu.” – Hafsah Faizal
Çevirmen: Setenay Karaçay
Tuz ve Fal İmparatoriçesi
HUGO EN İYİ NOVELLA ÖDÜLÜ
Tuz ve Fal İmparatoriçesi zoraki sessizliklere karşı bir direniş, tarihte unutulmaya hapsedilmiş kişilere bir övgü niteliğinde. Nghi Vo yarattığı Çin mitosları benzeri dünyasında katman içinde katman yaratarak anlatıyor hikâyesini. Her katman küçük insanlardan küçük hikâyelerin ne kadar büyük yankılar uyandırabileceğini kanıtlıyor.
Uzak kuzeyden genç bir asil, siyasi bir evlilik için güneydeki imparatorluğa gelin gitmiştir. Kardeşleri öldürülmüş, orduları çok uzun süre önceki yenilginin ardından sınırlarının gerisinde hapsedilmiştir. Yabancı bir memlekette her daim aşağı görülmüş ve yalnız bırakılmış In-yo’nun müttefiklerini dikkatli seçmesi gerekir.
Beş sepet boya uğruna ailesi tarafından saraya satılan Tavşan, İmparator’un yeni karısının can yoldaşı olur ama ummadığı pek çok durumla karşılaşacaktır.
Ve Şarkı Söyleyen Tepeler’den keşiş Chih, In-yo’nun tarihi nasıl da kendi iradesine göre büktüğünü ve düşmanlarını alt ettiğini gerçeğin peşine düştükçe keşfedecektir.
Tuz ve Fal İmparatoriçesi bastırılmaya çalışılan seslerin çığlığı.
“Ne kadar tavsiye etsem az.” – Seanan Mcguire
“Yüreğinizi burkacak bir direniş hikâyesi.” – R. F. Kuang
“Tüm epik fantazi okurlarına hitap edecek bir kitap.” – Booklist
Çevirmen: Çağlar Kök
Kaplan Dağdan İnince
Şarkı Söyleyen Tepeler’den keşiş Chih geçmişi eşelemeye ve hikâyeler toplamaya Kaplan Dağdan İnince kitabında devam ediyor. Chih bildiği, yazılagelmiş tarihi sorguluyor. İnsanların anlattığı öykülerle şekillenen tarih ne derece gerçek, ne derece kurgu?
Keşiş Chih tehlikeli bir dağ sırasında üç kaplan kız kardeşin insafına kalmıştır. Mamutlar onları kurtarana kadar dayanabilmek için Chih, tarihe geçmiş kaplan Ho Thi Thao ve âlim Dieu’nun karmaşık hikâyesini anlatmaya başlar. Dieu insanlar için bir kahraman, Ho Thi Thao ise suçluyken kaplanlara göre bu hikâye gerçeğin yanından bile geçmiyordur.
Hikâye anlatıldıkça içindeki karakterler de, hikâyenin anlatıcıları da deneyimlerin, kültürlerin ve geleneklerin farklı yorumlarını gözler önüne serecek ve yalnızca imparatorluğun tarihinin değil, aynı zamanda toprağın da zaman içinde nasıl değiştiğini, uyum sağladığını ve kimi zaman da gizli saklı kaldığını ortaya koyacaktır.
Kaplan Dağdan İnince, hem klasik hem de yenilikçi, destansı bir fantazi.
“Hikâye anlatıcılığının katmanlarını keşfe çıkan enfes bir novella.”
– Samantha Shannon
“Öyle iyi ki bu kitapla evlenmek istiyorum!” – Martha Wells
“Okuyanları büyüleyecek, feminist ve katmanlı bir kitap.” – Ms. Magazine
Çevirmen: Çağlar Kök
Güneşin Çekirdeği
Ösistokratik Finlandiya Cumhuriyeti’nde iki tür kadın vardır: üremelerine izin verilen itaatkâr eloiler ve zeki, bağımsız fakat “zararlı” genlerini aktarmamaları için kısırlaştırılmış morloklar.
Vanna, eloi görünüşüne sahip bir morloktur. Gerçek bir eloi olan ve kısa süre sonra kayıplara karışan kız kardeşi Manna’ya yardım etmek için para kazanmak zorundadır. Böylece Jare ile birlikte acı biber adı verilen, illegal bir uyarıcı maddenin alım satımına başlarlar. Jare, amacı dünyanın en acı biberini üretmek olan tuhaf bir dini grupla anlaştığında, ticaret yöntemlerini değiştirip kırsala taşınırlar. Acı biber gerçekten söylendiği kadar tehlikeli midir? Finlandiya nasıl bu hâle gelmiştir? Vanna, kardeşini bulabilecek midir, yoksa biber bağımlılığı onun sonu mu olacaktır?
Tuhaf kurgunun etkileyici bir örneği olan Güneşin Çekirdeği’nde sosyal eleştiri ile heyecan dolu bir kaçış ve arayış hikâyesi ustaca harmanlanıyor.
“Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü kitabını akla getiren, tüyler ürpertici bir roman.” – The Washington Post
“Büyüleyici olay örgüsü ve gerilim ögeleriyle Güneşin Çekirdeği, okuru politik ortamının ve çarpıcı duygusal öyküsünün içine kolaylıkla çekiyor.” – Kirkus
Çevirmen: Nil Deniz Çidanlı
Kaçak Telemetri / Katilbot Günlükleri 6
2022 LOCUS EN İYİ NOVELLA ÖDÜLÜ
2021 HUGO YILIN EN İYİ SERİSİ ÖDÜLÜ
Hayır, ölü insanı ben öldürmedim. Öldürseydim cesedi aktarma merkezine bırakmazdım.
Preservation İstasyonu’nda bir ceset bulunduğunda Katilbot, cesedin (eskiden) kim olduğunu, nasıl (bu en azından nispeten kolay olmalı) ve neden (çünkü görünüşe göre bu birçok insan için önemli – kim tahmin ederdi ki) öldürüldüğünü çözmelerinde İstasyon Güvenliği’ne yardım etmesi gerekeceğini biliyordu.
Evet, inanılmaz bir şey gerçekleşmek üzere: Katilbot insanlarla kendi rızasıyla konuşmak zorunda!
Yine!
“Katilbot’a bayılıyorum.” – Ann Leckie
“Wells… insanı bağımlı eden bir başkarakter yarattı.” – Library Journal
“Daha önce hiçbir kitabın ana karakterine böylesine bağlanmamıştım.”
– Patrick Rothfuss
Çevirmen: Cihan Karamancı
Beyaz Muhafız
“Bulgakov bize bin yıllık görkemli bir şehirde rehberlik etmekle kalmıyor, aynı zamanda dünyanın bir gün içinde sanki on yıllar geçmiş gibi nasıl radikal bir şekilde değişebileceğini de gösteriyor.” – Marci Shore
Kiev, 1918. Beyaz Ordu, Kızıl Ordu ve Alman İmparatorluğu şehri ele geçirmek için savaşmaktadır. Kaosun ve ölümün ortasında kalan bir ailenin, Turbin ailesinin hayatı tıpkı şehirdeki birçok insanınki gibi değişmeye başlamıştır. Çarlık Rusyası’na sadık olan Turbin ailesi ya yaklaşan devrimin ayak seslerine kulak tıkayıp sadakatini devam ettirecek ya da hayatta kalmak için inandıkları her şeyden vazgeçmek zorunda kalacaktır.
Bulgakov’un 1925’te edebiyat gazetesi Rossiya’da tefrika edilen ilk romanı Beyaz Muhafız gazetenin kapanmasının ardından yarıda kaldı. Kitabın tamamlanmış hâli ilk kez 1927’de Paris’te yayımlandı. 1966’da Sovyetler Birliği’nde yayımlandığında sansürlenen kitabın eksiksiz hâlinin basılması ise ancak 1989 yılında gerçekleşti.
Çevirmen: Hazal Yalın
Ayaşlı ve Kiracıları
“Ayaşlı’ya göre bir memur da pazarda bir dükkâncı gibidir. Rüşvet alıyorsa, eh, o da geçinecek… Bir memur rüşvet alır da işi yapmazsa, bu, bir bakkalın parayı alıp malı vermemesi gibidir. Gözünü açmalı, malı kaptırmamalı… Bir iş için başka biri çıkar da daha fazla verirse, eh, hakkıdır. Sen daha çok vereydin!”
Milli Mücadele’de görev alan, daha sonra öğretmenlik, büyükelçilik ve milletvekilliği de yapan Memduh Şevket Esendal’ın ilk romanı Ayaşlı ve Kiracıları önce Vakit gazetesinde tefrika edilip 1934 yılında kitaplaştırıldı,
daha sonra 1942’de gerçekleşen CHP Roman Yarışması’nda beşincilik
ödülünü kazandı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarının Ankara’sında Ayaşlı İbrahim Bey’in sahibi olduğu dokuz odalı bir apartman katına bir memur taşınır. Burada, değişen Türkiye’nin belki de tüm emarelerinin görülebileceği kişilerle, hayatlarla tanışır. İşe alınmak için kendisine iltimas geçilmesini rica edenler, yeni tür tüccarlar, cimriler ve cömertler, sosyal hayatta kendini göstermeye başlayan kadınlar karşısında çekinen erkekler, çıtkırıldım evlilikler, kumar akşamlarında kırgınlıklar…
Günler gelip geçer, bazısının hikâyesi mutsuz, bazısınınki neşeyle biter.
Türkiye’nin Çehov’u diye de anılan Memduh Şevket Esendal’dan Ayaşlı ve Kiracıları, duru bir nehir gibi temiz Türkçesiyle, karakterlerine farklı açılardan bakmaya çalışan anlatımıyla, Fethi Naci’nin de dediği gibi “ilginçliğini koruyan romanlardan”.
“Ayaşlı ve Kiracıları adlı büyük roman, yeni kurulan Ankara’nın havasında memleketteki seviye ve zihniyet farklarını kuvvetle gösteren bir eserdir. Bu, hiç mütearrız görünmeden her söylemek istediğini söyleyen realizme bugünkü edebiyatımız en canlı taraflarından birini borçludur.” – Ahmet Hamdi Tanpınar
Vassaf Bey
“Bir genç adamla evlenmek benim için o kadar istenilecek bir şey mi? Yaşamayı birlikte öğreneceğiz ama ne döğüşlerle… O olgun genci nerede bulacağız? Hadi bulduk, kafa dengi olacak mı? Hadi kafa dengi de oldu, bir ev kurup yerleşmek için bir ömür uğraşacağız. Ne üzüntüler, ne gözyaşları…”
Yalın dili ve üslubuyla erken dönem Cumhuriyet yazınının önde gelen isimlerinden olan Memduh Şevket Esendal, 1930’lu yıllarda geçen Vassaf Bey romanında yeni tipte bir insan arayışına koyulur. Yeni devletin yeni insanlarına örnek olarak da evvela bir kadın karakterin tahliline girişir.
Evde kalma korkusu yaşayan Perihan arkadaşları ve akrabalarının yardımından umudu kesip gözüne kestirdiği, babasının arkadaşlarından Vassaf Bey’in peşine düşer. Ancak bu arzusunu ilettiği ileri yaştaki Vassaf Bey’den olumlu bir cevap alamaz. Yaşıtlarının düğün maceralarıyla geçen bir sürenin sonunda Vassaf Bey’in ölüm haberini almasıyla hayatı hiç beklemediği bir yola sapacak ve bu yeni hayatı Perihan’ı Ankara’dan İstanbul’a, ticaret hanlarının, avukatlık ofislerinin ve yalıların puslu, bilinmez dünyasına sürükleyecektir.
Memduh Şevket Esendal’ın vefatı sonrasında ortaya çıkarılan Vassaf Bey romanı bitirilememiş olmasına karşın genç cumhuriyetin yeni kuşağına kulak veren anlatımıyla yazınımızda dikkate değer bir eser. Metni, Esendal’ın romanın ilk bölümleri üzerine yaptığı çalışmalarla birlikte sunuyoruz.
Miras
“Mesela nasıl bir iş bulabilirdi? Bu İstanbul’a bakınca kendi yapabileceği bir iş bulamıyordu. Şimdi İstanbul, onun evvelce tanıdığı, her köşesi şiir ve hayal dolu olan o güzel şehir değildi. O şimdi bu yerlere iş arayan bir adam gözüyle bakıyordu ve İstanbul ona çamur içinde, pis ve karanlık bir şehir görünüyordu.”
Memduh Şevket Esendal’ın Mustafa Memduh mahlasıyla kaleme aldığı, 1924 yılında Meslek Gazetesi’nde otuz sekiz sayı boyunca tefrika edilen hâliyle birinci, yayımlanma sırasıyla ise üçüncü romanı olan Miras gazetenin kapanması nedeniyle yarım kalmıştı. Yazarın daha sonra metni tamamlayıp düzelttiği düşünülse de, çeşitli kaynaklara göre bir basımevindeki ustaya teslim ettiği romanın o son hâli orada kaybolmuştur.
II. Abdülhamit döneminde İstanbul. Silahtar Ali Paşa Ailesi’ni bir arada tutan kişi büyükanneleridir. Ailenin hanlar, hamamlar, konaklar, dükkânlar ve daha fazlasından oluşan tüm serveti de yine büyükannenin elinin altındadır.
Fakat önce hastalık, sonra da ölüm derken, bu Osmanlı kadınının dünyadan göçüşüyle beraber miras kavgası başlayacak, ailenin her bir ferdinin iyi kötü tüm yanları ortaya çıkacaktır.
Memduh Şevket Esendal’dan Miras İstanbul’un çalkantılı bir döneminde bolluk içinde yaşarken yozlaşan ve parçalanan bir ailenin hikâyesi.
Dağıtım Tarihleri: 11.01.2023