Tohumdan Hasada

“Hâlâ Butler okumadıysanız, bilimkurgunun ne kadar zengin imkânlara sahip olduğunu anlayamamışsınız demektir.” – Orson Scott Card

“Butler’ın sarsıcı ve çoğu zaman insanı huzursuz eden romanları ırk, cinsiyet, güç ve insan olmak gibi kapsamlı konuları ele alıyor.” – New York Times

“BİR GEN MUTASYONU. BİR ÇEŞİT ASALAK.
BİR TANRI. BELKİ ŞEYTAN.”

Yalnızca kaleminin kuvveti değil aynı zamanda muhalif duruşu, ırk ve cinsiyet eşitsizliğine karşı tepkisiyle de döneminin en mühim figürlerinden biri olan tarihteki ilk kadın siyah bilimkurgu yazarlarından Octavia E. Butler, hem bilimkurguda hem de Afroamerikan edebiyatında bir dönüm noktası. Örüntücüler Dörtlemesi’ni oluşturan, yazarın reddettiği biri hariç tüm kitaplarını bir araya getiren Tohumdan Hasada ise Butler’ın kimlik ve dönüşüm temalarının kök bulduğu eser.

On yedinci yüzyıl Afrika’sında şekil değiştirebilen, iyileştirici güçlere sahip Anyanwu, güçlü ve yıkıcı bir varlık olan Doro’yla karşılaşır. Yüzyıllardır başkalarının bedenini çalarak hayatta kalan Doro kendi psişik insan türünü yaratmanın peşinde tüm dünyaya tohumlarını saçmaktadır.

Doro’nun nasıl bir tiran olduğunu anlayan Anyanwu onda hem en büyük düşmanını hem de en yakın dostunu bulacaktır. Birbirinin yüreğine farklı sebeplerle korku salan bu ikiliyi, her nesilde yeni bir zorluk beklemektedir. Doro’nun mükemmelliğe en yaklaştığı kızı Mary, babasının planlarını öğrendiğinde kendisi gibileri özgürleştirmek ve insanlığa yeni bir rota çizmek için ona meydan okuyacak fakat bu rota, uzaydan gelen ve insanları değiştiren bir hastalıkla sınandığında kontrolden çıkacaktır.

İnsanlığın geleceği bir tasarıya göre şekillenebilir mi? Kurtuluş tohumunun kendi başına filizlenmesi mümkün mü?

Tohumdan Hasada, medeniyetin nasıl dönüştüğünün mitik hikâyesi.
Çevirmen: Pırıltı Onukar

Ölü Dağcı Oteli

“Agatha Christie tarzı üst sınıf polisiyelerinin parodisi niteliğinde bir bilimkurgu klasiği.” – Vanity Fair

Karla kaplı bir dağda, dünyanın geri kalanından soyutlanmış bir ortamda yer alan bir otelin misafirlerinin hayatları, önce bir çığın düşüşü ve sonra da gizemli bir şekilde ölen bir müşterinin cesedinin ortaya çıkışıyla altüst olur.
Kafa dinlemek için otele gelen polis müfettişi Glebsky’nin tatili böylece sona erer. Katili bulmak için başlayan arayış, beklenmedik gerçekleri gün yüzüne çıkaracaktır.

Arkadi ve Boris Strugatski’nin kaleme aldığı Ölü Dağcı Oteli, bilimkurgu ve gizem unsurlarını başarıyla harmanlayan, insan doğasını ve toplumun işleyişini sorgulayan bir roman.

ARKADİ VE BORİS STRUGATSKİ: Sovyet bilimkurgu edebiyatının en büyük yazarları olarak kabul edilen Arkadi (1925-1991) ve Boris (1933-2012) Strugatski, Tarkovski’nin kült filmi Stalker’a ilham veren Uzayda Piknik’in yanı sıra Tanrı Olmak Zor İş, Kıyamete Bir Milyar Yıl gibi birçok başyapıtın ortak yazarlarıdır. Yılların getirdiği polisiye merakıyla, “coşkuyla” kaleme aldıklarını belirttikleri ve “bir edebiyat deneyi” olarak gördükleri Ölü Dağcı Oteli’nin film uyarlamasının senaryosuna da yine kendileri imza atmıştır.
Çevirmen: Hazal Yalın

Japon Çocuk Öyküleri

“Uzakta bir dağda Gon adında bir tilki yaşardı. Gon yalnız bir tilkiydi. Eğreltiotlarıyla örtülü ormanda çukurlar kazar ve kazdığı bu çukurların içinde yatardı. Gece gündüz demeden civardaki köyleri dolanır, sürekli haylazlık yapardı. Tarlalara girip patatesleri yerinden söker, kurutulmuş kolza kabuklarını tutuşturur, çiftçilerin evlerinin arkasında asılı duran biberleri çalardı.”

Japon edebiyatını derinden etkileyen Kenci Miyazava, Ryunosuke Akutagava, Kyusaku Yumeno, Mimei Ogava ve Toson Şimazaki gibi ustalardan çocuk edebiyatının en önemli eserleri arasında gösterilen öyküler Japon Çocuk Öyküleri’nde bir araya geliyor.

Her gün aynı saatte beliren gizemli bir kırmızı tren, kendine prens arayan bilge bir kral, insanları tuzağa düşürmeye çalışan bir lokanta, bir köye dadanan yaramaz bir tilki, arkadaşları tarafından dışlanan ve Dünya dışına yolculuk eden bir kuş… Hayal gücünün sınırlarında gezinen bu özgün derlemede kimi zaman güldüren, kimi zaman hüzünlendiren on dokuz öykü kendine yer buluyor.
Çevirmen: Okan Haluk Akbay

Büyük Ev

Gabriel García Márquez’in de içinde bulunduğu önemli yazarlardan mürekkep Barranquilla Grubu’nun kaydadeğer isimlerinden olan, özellikle çevirmenliğini de üstlendiği William Faulkner ve Truman Capote gibi usta yazarlardan etkilenen Álvaro Cepeda Samudio, Latin Amerika edebiyatına yeni bir soluk getiren öncülerden biri.

Samudio’nun başyapıtı olarak kabul edilen ve otobiyografik detayların da rol oynadığı Büyük Ev ise Kolombiya’nın Atlantik kıyısındaki muz işçilerinin 1928 yılında başlattıkları ve ordu tarafından mermi sıkılarak bastırılan grevi temel alıyor. Tarihe kanlı harflerle geçen korkunç muz işçileri katliamı, bir ailenin iç dünyasında yaşanan etkileyici dramla kesişiyor.

Tarih ile kurgunun iç içe geçtiği, vakaların bazen yalnızca diyalogla, bazen resmi bir belgeyle bazen de bilinç akışıyla yazılmış pasajlarla anlatıldığı, geçmişten trajik bir kesitin son derece gerçekçi bir imgelemle aktarıldığı Büyük Ev, satırlar arasında saklı hazinelerle dolu bir roman; acı dolu bir tanıklık; kötülüğe karşı usul usul atılmış sağlam bir yumruk.

“Bu kitaptaki her şey, bir yazarın öfke ile özlem arasında kalan retorik ve demagojik saçmalıkların içerisinden nasıl doğru yolu bulabileceğinin muhteşem bir örneği.” – Fabio Rodríguez Amaya

“Büyük Ev güzel bir roman olmasının yanı sıra aynı zamanda cüretkâr bir teşebbüs… Latin Amerika romanına yeni ve fevkalade bir katkı sağlıyor.”
– Gabriel García Márquez
Çevirmen: Süleyman Doğru

Natürmort

Dızdıklar, Amalfi, Merkez, ardı arkası kesilmeyen sigaralar, siyah oje, saç bandı, Yok Çocuklar’a musallat, tanrıçalara layık, çirkinliğine yakışır hazin ikiyüzlülük, kırpışan gölgeler, oyunbozan hakikat. Eğlenceliler okumasa da olur.

Emre Ağanoğlu’nun metni montaj masasında yarattığı ikinci romanı Natürmort, Aykırı Seyir’in yayımlanan üçüncü kitabı.

“Şehrin kangrenli sokaklarına serpilmiş bir avuç tuzdu Yok Çocuklar. Gayriresmi isimleri kortizonun yok ettiği bedeninin acısını siyah beyaz fotoğraflarından, gözüne kestirdiği öğrencilerin geleceğinden çıkarmaya yeminli bir eğitmenden emanetti – bir hiç olmanın güzelliklerini öğrenmişlerdi ondan. Çoğu yaşıtı, büyüğü yalnızlıklarını bulaşıcı hastalıklardan daha acımasız buluyordu; antidot diye onları oradan oraya sürüklemiş, iflah olmayacaklarını görünce zararsız sayıp onlara biçtikleri, hoşgörü saydıkları nihai çözümü ertelemişlerdi. Bedenlerinin kendilerine ait olduğu sanrısından sıyrılmadıkları için şanslı sayardı kendini Yok Çocuklar. Filmleri kayıp yönetmenleri, yıllardır yazmamak için yazan edebiyatçıları, kanser nefesli ressamları severlerdi. Ateş pahası berbat içkilerle, sakinleştiricilerle, yogayla besleniyor, günün birinde uyanmayı bekliyorlardı. Lise mezunu, üniversite mezunuydular; lisansüstünü, aseksüelliği, eşcinselliği, heteroseksüelliği denemiş, hepsinde mutsuz olunca kendilerini güvende hissetmişlerdi.”

Tuhaf, Çok Tuhaf

“Gerçek daha tuhaftır çünkü.”

Dört bir yandan gelen görüntülerde dünyayı tanıyamadığımız gibi, yüzümüzdeki maskeler yüzünden birbirimizi de tanıyamadık bir süre. Hatta yüz yüze gel(e)medik. Tam pandemiyle aramıza –sosyal– mesafe koymayı başardık galiba diye düşünürken, bambaşka “gerçeklikler” çarptı yüzümüze.
Hiç gecikmeden hem de. Belki de ne ilk ne de son bu tuhaflıklar!

Bu derlemede farklı türlerdeki, farklı üsluplardaki, farklı bakış açılarına sahip öyküler “tuhaf” çatısı altında bir araya geldi. Tuhaflıkları biraz da okurlarına bağlı. Ne kadar normal kalınabildiğine…

Tuhaflıkların kurgularda sınırlı kalmasını dilesek, imkânsızı mı istemiş oluruz?

Ceyhan Usanmaz, Gökçe Gündüç, Hakan Bıçakcı, Işın Beril Tetik, Levent Şenyürek, Mehmet Berk Yaltırık, Meryem Gültabak, Onur Selamet

Pause Anıtı

İ. U. Eskiciyan’dan ayarlarıyla oynanmış, ayrıksı kodlara sahip bir dil anıtı.

Kullandığı görsel malzemeyi, mizahi ve politik bir dille şekillendiren Eskiciyan, öyküye şahsi ve biçimsel bir derinlik kazandırıyor Pause Anıtı’nda. Deneyerek yapıyor bunu; çağında geziyor, dijital olanaklarla özgürleşiyor ve kahramanlarını kendi ayağına uyduruyor. Farklı bir seyir sunmayı amaçlıyor okura da. Günü belgeleyen, fazlasıyla özgür bir seyir.

“Sadece geceden sabaha… Diğer zamanlarda atm’de fakir, avm’de sefil, okulda cahil, yolda kâfir, avda gafil, kusurda fail, yokluğa nail, herkese sebilsem de cıvatalarım sıkı sıkıya yaratılışı müjdeliyorum. Üstün yaratılmışım! Domuz yarım saat orgazm keyfini sürerken, üstün yaratılmak fikri, teselli armağanı gibi geliyor bana. Düzül düzül, büzül büzül, süzül süzül yaşıyorum gündüzleri; sadece geceden sabaha insan olmaya çalışabiliyordum.
Afyonum patladı. Ne güzelsin limon bahçesi.”

Vicdan ve Güzellik

“Hayatında güzele yer olmadığı için mi vicdansızın biri olup çıkmıştı, yoksa vicdansız olduğu için mi hayatında güzele yer yoktu, bilmiyorum. Ama annemin güzelliği onu çıldırtıyordu.”

İyinin ve kötünün terazisi vicdan, bana güzelle çirkini tartabilir misin?
Ne uyuyorum ne de uyanığım.
Ey tatlı melek, gözlerimi açabilir misin?

Gökyüzünde güneş solarken, yeryüzünde billur sular, kadim topraklar kirlenirken bize sunulan o yaldızlı boşluğa inanıyor muyuz hâlâ? Artık ne doğrunun önemi var ne de yanlışın. İyiyi ve güzeli yeniden düşünmeye başlamanın zamanı gelmedi mi?

Vicdan ve Güzellik, estetik aydınlanma ve erdemli yaşama dair bir roman; “anestezik” kâbuslardan uyanmanın hikâyesi.

“Mesele ‘güzel’ olunca iki türlü tepki bekleriz. İnsanlar güzeli ya çoğaltmak ister ya da ortadan kaldırmak. Yaşamında güzele yer vermeyenler içten içe bir hınç duyarlar ve başkalarının hayatının da güzelden yoksun olmasını isterler. Bu onları bir nebze rahatlatır. Hayatı dışarıdan çok güzel görünenler ama ne yapsalar güzelliğe tamamen sahip olamadıklarını hissedenler de benzer tepkiyi gösterirler. Bütün o görgüsüz zenginler falan. Benim değilse kimsenin olmasın. Kısacası, önemli sayıda insan, açıkça itiraf etmese de katile sempati duyacaktır.”

Caravaggio Kırmızısı

İlk romanı Godard Makinesi’nden sonra okuru bu kez de öyküleriyle selamlıyor Merve Yakut. Caravaggio Kırmızısı, Yakut’un geniş anlatı yelpazesinden
tutkulu bir seçki.

Bu öykülerde, Osmanlıcaya meraklı bir kedinin ya da yeryüzündeki son sinemanın yer göstericisinin, Fransa’ya göç etmiş bir “oda kadını”nın ya da ambulansla hastaneye giden eski bir meşhurun birkaç dakikasına şahit oluyoruz. Bir şeye tutkuyla bağlanmışları ve toplumla ters düşmek pahasına arzusunun peşinden gidenleri anlatıyor Yakut Caravaggio Kırmızısı’nda.

“Adını merak ettiğim, sağ yanımdaki adam aramızdaki kolçağa kolunu uzatıyor. Varlığından yalnızca dakikalar önce haberdar olmama karşın yüzyılları dolduran yakınlaşma isteğimle ben de yanaştırıyorum kolumu kolunun yanına. Yarı yarıya paylaştığımız bu kolçak ona mı aittir, benim mi sayılır? Adabımuaşeret kitaplarında yazılmayan kaidelerden biri.
Aramızdaki kolçak aslında kimin?”

Amber’de Dokuz Prens / Amber Yıllıkları 1

“TÜM YOLLAR AMBER’E ÇIKAR…”

Amber Prensi Corwin, yüzyıllardır mahkûm edildiği sürgün hayatından kurtulup yitirdiği hafızasını tekrar kazanmak ve evine, tek gerçek dünya olan Amber’e geri dönmek üzere yola çıkar. Fakat bu yolculukta dostlarına da düşmanları kadar temkinle yaklaşmalıdır – özellikle de söz konusu entrikacı ve kurnaz kardeşleri olduğunda. Üstelik Amber’de işler değişmiş, kardeşi Eric tahtı ele geçirmiştir. Dokuz prensin tahta çıkmak için kâh meydanlarda kâh kapalı kapılar ardında savaştığı bu büyülü dünyada hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Çıkacağı bu tehlikeli macera Corwin’i devasa ağaçların kapladığı masalsı Arden’den, kanla lekelenmiş merdivenleri ve Amber’dekine tıpatıp benzeyen kalesiyle hayalet diyar Rebma’ya götürecektir.

Corwin’in tahta uzanan yolculuğu, Amber Yıllıkları’nın ilk kitabı Amber’de Dokuz Prens’le başlıyor!

“Zelazny eşsiz bir öykücü. Türümüzün hiç görmediği kadar renkli, egzotik ve unutulmaz dünyaların yaratıcısı.” – George R. R. Martin
Çevirmen: Barış Emre Alkım

Avalon’un Tüfekleri / Amber Yıllıkları 2

Corwin, kardeşi Eric’in onu hapsettiği hücreden kurtulmuştur ve vakit kaybetmeden hakkı olan tahtı ele geçirmek için harekete geçer. Üstelik Amber’i fethetmesini kolaylaştıracak bir sırra da sahiptir. Fakat ordusunu toplamak için Gölgeler’e yürüdüğünde neyle karşı karşıya kalacağından bihaberdir.
Eğer gerçekten Amber’e hükmetmek istiyorsa yalnızca kardeşlerinin değil, şeytani güçlerin de üstesinden gelmek zorundadır.

Corwin, Amber tacına ulaşmak için güce susamış kardeşlerinin entrikalarını açığa çıkarmak, geçmişiyle yüzleşmek ve kendi çağırdığı şeytani yaratıkları bozguna uğratmak için elinden geleni yapmak zorunda kalacaktır.

Corwin’in zorlu yolculuğu, Amber Yıllıkları’nın ikinci kitabı Avalon’un Tüfekleri’yle devam ediyor!

“Zelazny’nin eserleri beni heyecanlandırıyor. İnsanı etkisi altına alan, eşsiz kitaplar bunlar. Aynı zamanda zekice yazılmışlar.” – Neil Gaiman
Çevirmen: Barış Emre Alkım

Tekboynuz’un İşareti / Amber Yıllıkları 3

Hakkı olan tahta nihayet oturan Corwin, sıkıntılarının sonlanmadığının, aksine yeni başladığının farkına varır. Çok güçlü, bir o kadar da esrarengiz bir düşman Amber’de kol gezmektedir ve kraliyet ailesini kendi silahıyla vurmaya hazırlanmaktadır. Amber’i korumak için kardeşlerini bir araya toplamaktan başka çaresi olmayan Corwin kendini yine karmakarışık bir kraliyet komplosunun ortasında bulur. Amber Sarayı’nda kimsenin kellesi güvende değildir – tacı takanın bile.

Amber’i korumak için atılacağı macerada Corwin, Amber’in ay ışığıyla yıkanan gölgesi Tir-na Nog’th’u ve enfes deniz manzarasıyla büyülü Tekboynuz Korusu’nu ziyaret edecek ve dünyasının hiç bilmediği gizemli yönlerini keşfedecektir.

Amber Yıllıkları’nın üçüncü kitabı Tekboynuz’un İşareti, Corwin için bir dönüm noktası niteliğinde!

“Eserlerimi en çok etkileyen yazar Roger Zelazny’dir.” – Neil Gaiman
Çevirmen: Barış Emre Alkım

Oberon’un Eli / Amber Yıllıkları 4

Şeytani güçler gizemli Kara Yol aracılığıyla Gölgeler’e akın etmeye devam etmektedir. Amber kraliyet ailesinin kadim sırrı ortaya çıkmıştır ve Kaos güçleri sonsuz olasılıklarla dolu evreni yok etmeyi amaçlamaktadır. Kaos’u bozguna uğratmak için Corwin’in kendisine ihanet eden kardeşini bulup durdurması ve bu uğurda bir kez daha Gölgeler’de yürümesi gerekecektir.

Tüm evrenin kaderini belirleyecek kaçınılmaz savaşta Amber’in galip gelebilmesi için Corwin’in Gölge Dünya’yı ziyaret edip Hüküm Mücevheri’ni ele geçirmesi zorunda kalacaktır – tabii birileri ondan hızlı davranmazsa.

Her şeyi değiştirecek savaş Amber Yıllıkları’nın dördüncü kitabı Oberon’un Eli’nde başlıyor!

“Roger Zelazny’nin gösterdiği performans, istisnasız her zaman göz kamaştırıcıydı.” – Robert Silverberg
Çevirmen: Niran Elçi

Kaos Sarayları / Amber Yıllıkları 5

Bilinen dünyaların hepsini ve Amber’i binlerce yıldır ayakta tutan Desen, şimdi Kaos’un yıkıcı güçlerinin saldırısı altındadır. Oberon’un dönüşüyle prens ve prenseslerin hepsine bir görev düşer fakat görevlerin en büyüğü Corwin’indir: Evreni bir uçtan diğer uca katedip Kaos Sarayları’na ulaşmalı ve entrikacı kardeşi Brand’i alt etmelidir.

Her şeyi silip süpürecek kıyamet fırtınasının önünü kesmeye çalışan Corwin birbirinden tuhaf engelleri aşmaya ve Desen’i tekrar yaratmaya çalışacaktır. Kaos Sarayları’nın dans eden göğü altındaki topraklar ise o güne değin hiç görülmemiş bir cenaze alayına sahne olacaktır.

Amber Yıllıkları’nın beşinci kitabı Kaos Sarayları’yla birlikte Corwin’in epik hikâyesi sona eriyor.

“Komik, bilge ve hayranlık uyandırıcı… Kimse gerçekle miti Roger Zelazny gibi bir araya getiremezdi.” – Neil Gaiman
Çevirmen: Niran Elçi

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Devrim Arabaları (2009) Herkül: Özgürlük Savaşçısı - Hercules (2014) Melankoli - Melancholia (2012) Mezeci Çırağı (2017) Cin Tepesi (2018) Michael Jackson's This Is It (2009)