T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla, TÜRSAK Vakfı tarafından düzenlenen, yılın son film buluşması “Uluslararası Randevu İstanbul Film Festivali” renkli programıyla Aralık ayında sinemaseverlerle buluşuyor.
2011’in İki Büyük Yapımı Türkiye Prömiyerini İstanbul’da Gerçekleştiriyor!
TÜRSAK Vakfı’nın düzenlediği Uluslararası Randevu İstanbul Film Festivali, 16-22 Aralık tarihlerinde İstanbullu sinemaseverlerle buluşuyor. Her sene yılın en iyilerini sinemaseverlerle buluşturan festival, 2011’in iki büyük yapımını programına dâhil etti. Gişe filmleri yönetmeni Emmerich’in Anonim’i (Anonymous) ve Ralph Fiennes’in Koryalanus Faciası, (Coriolanus) festivalin Gala İstanbul bölümünde gösterilecek. Türkiye prömiyerini İstanbul’da gerçekleştirilecek olan filmler, Türkiye’de vizyona girmeyecekler. Bu yüzden İstanbullu izleyiciler için filmlerin Randevu İstanbul’un programına dâhil edilmiş olması büyük bir şans.

Dünyanın en seçkin festivallerinde (Cannes, Berlin, Toronto, Venedik Film Festivalleri) ödüle layık görülmüş; kimi ülkelerde hem sanat sineması izleyicilerinin beğenisini kazanmış, hem de gişede başarı sağlamış, fakat henüz Türkiye’de vizyona girme şansını bulamamış filmler 2011 biterken izleyiciler ile buluşturuluyor.

Ülkemizde henüz vizyona girmemiş sinema filmlerinden oluşan bu zengin programı sinemaseverler Fransız Kültür Merkezi, Cinebonus Maçka G-Mall ve Beyoğlu Cinemajestic Sinemaları salonlarında takip edebilecekler.

Randevu İstanbul’un yılın son film buluşması olmasının yanında bir diğer ayrıştırıcı özelliği; ekonomik eşitsizliklerin önüne geçerek bütün sinemaseverlere ulaşabilmek adına, bütün seanslar için öğrenci bilet fiyatlarının 5 TL, tam bilet fiyatlarının ise 6 TL olarak belirlenmesi.

“ÖĞRENCİ BİLETLERİ ASKIDA”
Randevu İstanbul’un “Askıda Bilet”  uygulaması kapsamında; festival boyunca kafelere ve festivalin gösterimlerinin yapılacağı sinema salonlarının gişelerine her gün için bırakılacak olan 10 adet bilet, saat 10:00’a kadar, pasolarını gösteren bütün sinemasever öğrencilere ücretsiz olarak verilecek.

Koryalanus Faciası/Coriolanus

Shakespeare’in az bilinen tragedyalarından olan ve “Koryalanus Faciası” olarak Türkçeleştirilen orijinal eser, İÖ 4. yy.’da Eski Roma’da yaşayan ve öldükten sonra mitleşen komutan Koryalanus’un intikam öyküsünü anlatıyor. Tragedya, Bertolt Brecht tarafından da “Coriolan” ismiyle Almanca’ya uyarlanmış. Eser, onu uyarlayan kişinin yaklaşımına göre; bir kahramanın yanılsama hikâyesi, halk ve iktidar odakları arasındaki çekişme ya da bir intikam hikâyesi olarak değişiyor. Fiennes, bu ilk yönetmenlik denemesinde, hikâyenin merkezine Koryalanus’un intikamını yerleştirmiş.
Gerard Butler’ın yardımcı oyuncu olarak kendisine eşlik ettiği filmde, Ralph Fiennes üstün bir oyunculuk performansı sergiliyor.

Anonim/Anonymous

Anonim, intihal ve kıskançlık üzerine bir hikâye…
Yüksek bütçeli gişe filmlerinin dünyaca ünlü yönetmeni Emmerich, son filminde zor bir işe kalkışıyor ve “Shakespeare bir düzenbaz mıydı?” gibi kışkırtıcı bir sorunun yanıtını vermeye çalışıyor.
Film, İngiliz edebiyatının ve hatta dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Shakespeare’in eserlerinin üzerindeki şüpheyi tartışıyor. Yıllardır alanın uzmanları tarafından tartışılan bu konunun on yıldır aklını kurcaladığını söyleyen Emmerich nihayet gereken cesareti bularak filmi gerçekleştirmiş. Konu, 16. yy. İngiltere’si olunca, ortalık kabarık eteklerden, korselerden ve peruklardan geçilmiyor. Fakat, filmi bir kostümlü dramanın ötesine taşıyan, ileri sürdüğü tezin başarıyla altından kalkması ve intihal üzerine yürütülen sofistike tartışma. Bunlar olmasaydı, hikâye, Shakespeare’i sarhoş ve cahil bir İngiliz olarak çizmekten ibaret kalırdı.

Festival seyircisiyle buluşacak olan diğer filmler ise;

Kabak Çiçekleri/Lotus Eaters

Eski bir model olan Alice, akranlarının çılgın ve uyuşturucu dolu partilerinden ve lüks ve dedikoduyla dolu hayatlarından sıkılmaya başlamıştır. Klasik bir anlatı olmasının ötesinde, Kabak Çiçekleri daha çok genç bir kızın günlüğünden ekrana yansıyan kesitlere benziyor. Londra’nın bu üst sınıf “bohemleri”nin yaşadıkları lüks, aslında kendilerinin yıkımını hazırlamaktadır.
Dublinli genç kadın yönetmen Alexandra McGuinness’in ilk sinema filmi olan Kabak Çiçekleri, bir grup Londralı “bobo” yu oldukça gerçekçi ve büyüleyici bir dille anlatıyor.

Oyun/Play

Oyun, zorbalık üzerine tartışmak isteyen bir nevi deney…
Film, İsveç’te, 2006-2008 arasında 11-12 yaşlarındaki bir grup siyahinin yaptığı hırsızlıkların gerçek hikâyesinden uyarlanmış. Çocuklar, “küçük kardeş numarası” dedikleri bir yöntemle, akranlarını hiç zor kullanmadan dolandırıyor. Olayları filme çekmeye değer kılan, bu soygunlarda zekânın ve insan psikolojisinin devreye girmesi iken; ilgi çekici bir diğer nokta, soygunlar sırasında karşı grupların arasındaki değişen rollerdir. Zira gücü olan istediğini alır.
Filmde, çarpıcı bir hikâye belgeselci ve nesnel bir kamerayla ve profesyonel olmayan oyunculukla birleşiyor. Gelecek vaat eden genç film yönetmenleri arasında sayılan Östlund’un stili, film eleştirmenleri tarafından Michael Haneke ve Roy Andersson gibi ustalara benzetiliyor.

Albatros/Albatross

17 yaşındaki Emelia’nın İngiltere’nin güney kıyısındaki ücra bir kasabaya gelmesiyle, Fischer ailesinin hayatı alt üst olur. Eskiden çok satan bir yazar olan baba Jonathan, Emelia’nın hem yazarlık yeteneğine ve azmine, hem de güzelliğine kayıtsız kalamazken, kızları Beth’in ise, Emelia’dan öğreneceği çok şey vardır. Geçmişin ve şimdinin açığa çıkan sırlarıyla, ilişkiler daha da karmaşık bir hal alırken, üzerlerinde kara bir bulut gibi dolaşan Albatros, karakterlerin peşini bırakacak mı? Emelia ve Beth bu sıkıcı küçük kasabadan kurtulabilecekler mi?
Her şeyden önce, Albatros bir olgunlaşma hikâyesi…
Titizlikle oluşturulmuş güçlü oyuncu kadrosunun yanında, özgün bir hikâye anlatıcılığına sahip. Dokunaklı ve naif Albatros, dramatizasyonu abartmadan derdini anlatıyor.

Dünyanın En Pahalı Filmi/The Greatest Movie Ever Sold

ABD’nin büyük yemek tekellerine açtığı savaşı eğlenceli bir dille filmleştiren Şişir Beni’nin yaratıcılarından yine cesur ve yaratıcı bir mokümenter olan Dünyanın En Pahalı Filmi! Amerika’nın en büyük bağımsız film festivallerinden Sundance Film Festivali’nin ve Miami Uluslararası Film Festivali’nin resmi seçkisine dâhil edildi.
Oscar adaylı yönetmen Morgan Spurlock, yeni filminde filmlerin arasına sıkıştırılan gizli reklam ve marka yerleştirme uygulamasını anlatıyor. Bunu yaparken ironik bir dil kullanmayı ihmal etmeyen film, bir filmin yapımından önce yürütülen pazarlama stratejileri ve toplantıları üzerine eğlenceli bir tartışma iken; belki de farkında olmadan filmde kullandığı markaların reklamını da yapıyor. Öğrenirken gülmek, gülerken öğrenmeyi sevenler için Dünyanın En Pahalı Filmi! gerçek bir seyirlik.

Kelle Koltukta/Hobo with a Shotgun

Geçkince bir serseri, yeni başlangıçlar için şehre gitmeye karar verir. Fakat yola çıktığı andan itibaren bir kamyona atladığı andan itibaren talihsizlikler peşini bırakmaz. Kaotik kent hayatında, suça bulaşmamak imkânsız gibidir. Silaha sarılmak suç patronu sadist Drake ve katil oğulları Slick ve Ivan’ı yola getirmeye yetecek midir?
Saf şiddet, işkence, sadizm ve kan… Bu bağlamda Kelle Koltukta, B-tipi grindhouse filmlerinin en iyi örneklerinden sayılabilir. Kanada’dan kötü zevk türünün sevenlerini memnun edecek hızlı bir hikâye.

Binlerce Öpücük Derinde/A Thousand Kisses Deep

Kendinizi ne kadar iyi tanıyorsunuz? Peki ya sevdiklerinizi?
Filmin ana karakteri Mia, bir kadının ölümünün üzerindeki gizemi kaldırmak üzere zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Dönüp bakacağı yer ise kendi geçmişinden başkası değildir. Mia, bir ölümün gizemini çözmeye çalışırken, geçmişine dönüp yanlışlarını da düzeltmeye çalışır.
Tutku ve ihanet üzerine olan filmin orijinal ismi, Leonard Cohen’in bilinen şiir ve şarkısı’ndan ilham alınarak, Alex Kustanovich ve Vadim Moldovan tarafından aynı adlı senaryoya uyarlandı.

Budala Almayer/Almayer’s Folly/La Folie Almayer

Budala Almayer, karanlığın yüreğine yapılan bir yolculuk…
Sayısız ödüle sahip Akerman son filmi Budala Almayer’ı, Joseph Conrad’ın ilk eseri olan aynı isimli romandan uyarlamış.
Film, Batılı bir tüccar olan Kaspar Almayer’in melez kızı Nina ile olan ilişkisini anlatıyor. Roman, bir adamın çevresine ve kendisine olan yabancılaşmasını anlatırken, film hikayesini daha çok baba ve kızı arasındaki sevgi ilişkisi üzerinden kuruyor. Doğu, egzotik bir coğrafya olarak oryantalist stereotipler üzerinden kurulsa da, film, anlattığı karakterlerin psikolojik derinliğini oluşturma konusundaki başarısı sayesinde indirgemecilikten ve oryantalizm tuzağına düşmekten kurtuluyor.

Çember / The Color Wheel

Çember, hayal kırıklığı ve affetme üzerine mizahi bir senfoni…
Diyalog konusunda hiç de cimri davranmayan film, hiçbir ortak yanları olmayan ve sürekli tartışan bir erkek ve bir kız kardeş arasındaki alışılmadık ilişkiyi anlatıyor. İki kardeşin birlikte çıktıkları bir yolculuğun sonunda ilişkileri de sürpriz bir dönüşüm geçirir.
Amerikan bağımsız sinemasının yükselen yıldızı genç yönetmen Alex Ross Perry’nin ikinci uzun metrajı Çember birçok film eleştirmeni tarafından tuhaf mizahi stiliyle övgü aldı. Sarasota Film Festivali’yle festival yolculuğuna başlayan Çember, Perry’nin 16 mm., siyah & beyaz komedisi (komedi altında tek bir janra sığdırılamayacak film, komedi, drama ve psiko-drama gibi pek çok türü bünyesinde barındırıyor) Chicago Underground Film Festivali’nde En İyi Film ödülüne layık görüldü.

Diyet/The Blood Money

Üçlemenin son filmi olan Diyet, şehre göç etmiş iki çocuklu terk edilmiş bir kadın ile aynı fabrikadaki bir işçinin hikâyesi üzerinden göçe bu sefer bir işçileşme süreci olarak yaklaşır. Ömer Seyfettin’in aynı isimli öyküsünden uyarlanan film, tüm üçlemenin konu edindiği göçün ve gizlediği dramların aynı zamanda bir kapitalistleşme hikâyesinin parçaları olduğunu da çarpıcı bir üslupla aktarıyor. Tıpkı üçlemenin diğer filmlerinde olduğu gibi yine bir kadın karakter, bu sefer iş yerinde sendikaya sahip çıkarken yeni olanı ve modernleşmeyi temsil ediyor.

Dokunulmazlar/Untouchable/Intouchables

Film, iki erkeğin arkadaşlığı kadar, iki karşıt dünya görüşünün de komik hikâyesidir. Bu olağandışı arkadaşlık hikâyesi, toplumsal olarak keskin karşıtlıklardan muzdarip bugünün Fransa’sının da bir portresini çizmeye çalışır.
Geçirdiği bir kazadan sonra felç olan zengin aristokrat Philippe, cezaevinden henüz salınmış genç göçmen Driss’i bakıcısı olarak işe alır.
İki farklı hayat tarzının çarpışmasının zamanla çılgın bir arkadaşlığa dönüşünü ve böylece “dokunulmaz” hale gelen iki erkeğin hikâyesini anlatan iki yönetmenli Dokunulmazlar, ırkçılık, fiziksel engelli olmak ve yoksulluk gibi konulara da değinmesiyle yılın en iyi komedi filmi olarak alkışlandı.

Düğün/The Wedding

Üçlemenin ikinci filmi olan Düğün, bu sefer farklı bir göç hikâyesinde İstanbul’da tutunmaya çalışan altı kardeşin hazin hikâyesini konu edinir. Evin küçük oğlunu okutmaya çabalayan ailede fabrikada işçi olarak çalışan ve başlık parası için isteksizce evlendirilen kadınların dramına aileden bir kadının isyanını anlatan filminde Akad yine bir kadın karakteri öne çıkarır. Düğün, bir ailenin hayata ve kente tutunma mücadelesi üzerinden, kırsal nüfusun proleterleşme ve yoksullaşma sürecini de anlatıyor.

Gelin/The Bride

Gelin, taşradan kente göç etmiş bir ailenin İstanbul’un simgesel anlamda kapısı sayılabilecek Haydarpaşa Garı’nda görünmesiyle açılır. Film, daha önce şehrin kenar mahallelerinden birine yerleşmiş diğer üyeleri ile bir araya gelip atıldıkları var olma mücadelesinde Anadolu’dan göç etmiş bir ailenin şehir hayatına tutunmaya çalışırken geleneksel kodlarından nasıl sıyrıldıklarının da çarpıcı bir hikâyesini sunar. Gelinin, ailenin şehre bir “kurban” vermesine olan isyanı, filmde eski ile yeni arasındaki çatışmanın metaforik bir ifadesi olur.

Gelin, Ömer Lütfi Akad’ın 1973 ve 1974 yıllarında çektiği üçlemenin ilk filmidir. Göç filmleri kapsamında da değerlendirilebilecek üçleme aile, kadın kimliği, ilişkiler ve modernleşme konularındaki çarpıcı üslubu ve yorumuyla Türk sinema tarihinin en önemli yapıtları arasında yerini almıştır.

Gölge/Hanezu

Japonca’dan çevrildiğinde Türkçe’de tek kelimeyle karşılanamayan “kızılımsı gölge” anlamına gelen Gölge’de, filmin yönetmeni Naomi Kawase, doğduğu şehir Asuka’ya bir saygı duruşunda bulunuyor. Bir kadın ve bir erkeğin aşkı anlatılırken, doğanın ve renklerin şiiri de birbirine karışıyor, birbirinde eriyor.
Cannes Film Festivali’nde Palme D’or için yarışan film, bir kadın ve bir erkek üzerinden anlatılan dingin ve şiirsel bir drama.

Günaydın Bay Fidelman/Restoration/Boker Tov Adon Fidelman

Bir aile… Ve bir aşk üçgeni…
Günaydın Bay Fidelman, iki oğul ve bir babanın ilişkisi üzerinden, babalığın keşfini anlatan bir hikâye. Sağduyulu bir öz oğlun karşısında, benimsediği “ruhani” babasının izinden gitmeye çalışan bir genç adam. Fakat iki oğlun düşmanlığın arkasında yatan gizli sebep ne olabilir? Bu durum, erkeklerden birinin Hava’ya âşık olmasıyla birlikte üçlü bir ilişkiye döner.
İki “oğul” artık sadece baba için değil, bir de âşık oldukları kadın ve onun taşıdığı bebek için mücadele edeceklerdir.

Hanımefendi ve Kum Adam/The Fraulein and the Sandman/ Der Sandmann

Bir sabah uyandığında yatağında bir parça kum bulan ve her sabah bu kumun yavaş yavaş arttığını farkeden Benno, “kum kaybettiğini” anlamak zorunda kalır. Yardım isteyeceği tek kişi ise ölesiye nefret ettiği Sandra’dır. Peki, bu kadar nefret ettiği Sandra neden her gece rüyalarına girer? Ve bir adamın yatağındaki kumlarla, rüyalarına giren bir kadın arasında nasıl bir bağlantı olabilir?
Mizah ve duygusallık dozu iyi ayarlanmış modern peri masalı kıvamındaki film, dünya basınında hikâyesinin orijinalliği ve ince mizah anlayışıyla övüldüğü gibi; İsviçre Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerine layık görüldü. Amerika’da da pek çok bağımsız film festivalinde ödüller aldı, bunlardan bazıları; Seattle True Independent Festival of Film, New Jersey, Riverside, Breckenridge, Seattle film festivalleri.

İnadına Film Çekmek/Film against All Odds

Yönetmen Reis Çelik, Anadolu’da halk ozanlarının doğaçlama hikâye anlatma geleneğinden yola çıkarak bir film çekme denemesi için Çıldır’a gider. Yanında yazılmış bir senaryosu yoktur, sadece aklında inat üzerine bir denemeye girişmek ve elinde de kamerası vardır. Yanında ise usta oyuncu Tuncel Kurtiz.
Âşık geleneğinde olduğu gibi tek bir sözden yola çıkılarak, hikâyeler doğaçlama uydurulacaktır. 2005 yılında çekilen belki de türünün ilk örneği olan İnat Hikâyeleri’nin yapım öyküsünü anlatan bu belgesel, filmin galasının Çıldır Gölü’nün üzerine kardan bir beyaz perde yapılıp köylülerle davul zurna eşliğinde seyredilmesiyle son bulur.

Jacky/Bullhead/Rundskop

Sinema yazarları tarafından oyunculuklarının performansıyla, büyüleyici sinematografisiyle ve zekice anlatılan hikâyesiyle övgüye değer bulunan ve Motovun Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan Jacky yönetmenin ilk filmi. Jacky’nin hikâyesini yazarken, gerçek bir olaydan esinlenen yönetmen Michael R. Roskam’a göre film, “kader ve masumiyet üzerine bir trajedi”. Bir suç hikâyesi anlatan “öfkeli” Jacky, görselliğiyle içeriği uyumlu hale getiren sinematografisiyle ve stilize oyunculuğuyla Amerikan film-noir’larına göz kırpıyor. Gangsterler, fedailer, muhbirler ve polislerle dolu bu estetize Belçikalı Godfather hikâyesinin karakter yaratma konusunda da oldukça başarılı olduğunu söylemek gerekiyor. Ayrıca, karakterlerin psikolojik derinliği ve hikâyenin sonuna doğru yaşadıkları duygusal katarsis düşünüldüğünde, Jacky tek başına bir suç filmi olmaktan çıkıyor.

Kan Affetmez/The Forgiveness of Blood/Falja e Gjakut

İlk filmi Zerafet Dolu Maria ile büyük bir çıkış yapan Joshua Marston, henüz ikinci sinema filmi olan Kan Affetmez’de çoktan ustalaşmış bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Festival yolculuğuna Uluslararası Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo, Ekümenik Jüri Ödülü ve Toronto, Selanik, Helsinki, Sao Paolo Film Festivalleri’nde ödüllerle devam eden film, Arnavutluk’ta iki ailenin arasında gerçekten yaşanmış bir kan davasını anlatırken, klişelere, aşırı dramatizasyona düşmekten uzak diliyle; eski ve yeni, genç ve yaşlı, geleneksel ve modern hayat biçimleri ve talepleri arasındaki çatışmaları bir ailenin trajikleşen öyküsü üzerinden çarpıcı bir görsellik, belgeselci bir dil ve amatör oyunculukların güçlendirdiği bir inandırıcılıkla anlatıyor.

Kapa Çeneni Küçük Adam!/Shut Up Little Man!

Gerçeği ortaya çıkarmak ve yeniden yorumlamak için mizahı kullanan bir mokümenter Kapa Çeneni Küçük Adam! Wilhelm Reich’ın yıllar önce dinlemesi buyrulan küçük adama, eğer sesini duyurmak istiyorsa susması gerektiği söyleniyor. “İşitsel bir Felaket” mottosuyla yola çıkan film, yan komşularının kavgalarını kaydeden ve sonrasında sanal âlemde büyük bir üne kavuşan iki ev arkadaşının gürültücü, tuhaf ve eğlenceli hikâyesini anlatırken mahremiyet, kamusal-özel alan üzerine de düşündürmeye gayret ediyor.
Konusunu enerjik ve deneysel bir stille anlatan Kapa Çeneni Küçük Adam!, ABD’de konu olduğu çizgi-roman ve belgesellerle bir fenomen haline geldi.

Kayıp Oğul/Natural Selection

Çocuğu olmayan, sadık eş, Teksaslı Linda’nın dünyası, kocasının 23 yaşında gayri-meşru bir çocuğu olduğunu öğrendiğinde alt üst olur. Suçluluk ve yalnızlık duygularıyla karmakarışık bir şekilde, kocası Abe’in son dileğini yerine getirmek üzere yollara düşen Linda’nın Florida’ya yaptığı yolculuk bir iç yolculuğa dönüşür ve karakter, kendisini, geçmişiyle hesaplaşırken bulur.
Oldukça kendine özgü bir kara mizaha sahip, olağan bir hikâyeyi anlatan, bu oldukça “tuhaf” film, küçük bütçeli bir Amerikan bağımsızı. Yönetmenin ilk filmi olmasına rağmen, Kayıp Oğul şimdiden tam 7 ödüle sahip. Ayrıca Kayıp Oğul’un prestijli bağımsız film ödülleri, Film Independent Spirit Awards’da adaylıkları mevcut.

Kırmızı, Beyaz ve Mavi/Red, White & Blue

Zamanını barlarda erkek avına çıkmakla geçiren Erica’nın insanî tek temâsı tek gecelik ilişkilerdir. Ta ki, Irak’ta hizmet ettiği askerlikten sonra psikolojik olarak yıpranmış Nate ile tanışana kadar… Nate, onunla seksin ötesinde duygusal bir ilişki kurmak isteyen tek erkektir.
Peki, güzel başlayan bir aşk hikâyesi nasıl olur da ilkel bir canavarlık hikâyesine dönüşür? Bir peri masalı nasıl sinir bozucu bir kıyım anlatmaya başlar?
Savaş gazisi Nate ve genç Erica ne kadar geçmişlerinden kaçmak isteseler de, geçmişleri onlardan çok daha hızlıdır. Nate öcünü almak isteyen acımasız bir katildir artık…
Prömiyeri Uluslararası Roterdam Film Festivali’nde gerçekleşen film, underground film festivallerinden çeşitli ödüllerle döndü.

Korkunç Ölüm/A Horrible Way to Die

Korkunç Ölüm, bir seri katil hikâyesi. Polis gözetiminde iken firar eden Garrick, cinayetlerine kaldığı yerden devam eder. Eski kız arkadaşı Sarah ise yeni bir başlangıç yapmak üzere bir kasabaya yerleşmiştir. Yine de geçmişinden kaçamaz. Garrick yol boyunca öldürdüğü insanlarla, Sarah’ın izini sürer.
Film boyunca kamera titrer, koşar ve sallanır. Ve bıkıp usanmadan karakterlerin yüzlerinde yakın plan gezinir. Bu anlamda, yönetmenin özgün tarzı, eleştirmenler ve sinemaseverler tarafından ABD’li yönetmen David Lynch’e benzetiliyor. Ayrıca, gerçeklik hissini kuvvetlendirmek üzere kullanılan bu kamera numaraları öyle başarılıdır ki; filmi izleyenler, filmdeki karakterlerden biri gibi hissederler.
Korkunç Ölüm’ü izlemeden önce, yönetmenin bol ödüllü Pop Skull filmini de çektiğini ve son filminin de 2010 Fantastik Festival’de ödüle boğulduğunu akılda tutmak gerekiyor.

Marilyn İle Bir Hafta/My Week with Marilyn

Simon Curtis tarafından yönetilen ve Adrian Hodges tarafından senaryosu yazılan Marilyn İle Bir Hafta filminin oyuncu kadrosu; Michelle Williams, Kenneth Branagh, Eddie Redmayne, Dougray Scott, Judi Dench ve Emma Watson gibi pek çok ünlü ve yetenekli ismi barındırıyor. Marilyn Monroe’nun başrolünde oynadığı Prens ve Şov Kızı (1956) filminin stüdyosunun kullanıldığı Marilyn İle Bir Hafta, dünya prömiyerini 9 Ekim 2011’de, New York Film Festivali’nde gerçekleştirdi.
Colin Clark’ın kitabından uyarlanan film, Marilyn Monroe’nun, Colin Clark eşliğinde, İngiltere’de geçirdiği bir haftanın hikâyesini anlatıyor. Yabancı bir ülkede terk edilmiş ve yalnız hisseden Monroe ve Clark, cinsel elektrik yüklü bir hafta geçirirler.
Film boyunca Marilyn Monroe’yu kimi zaman kalbi kırılmış bir kız, kimi zaman terk edilmiş bir kadın, kimi zaman da seksi bir star olarak görürüz. Bütün bu karakterlerin hepsini büyük bir inandırıcılıkla canlandıran Michelle Williams’ın filmin başarısındaki payını da unutmamak gerekiyor.

Orman/Green

New Yorklu bir entelektüel olan Genevieve ve gazeteci sevgilisi Sebastian bir süreliğine arkadaşlarının kırdaki evine giderler. Kırda buldukları huzur, kapı komşuları Robin’in bir akşam ansızın kapılarını çalmasıyla bozulur. İki kadın arasında başlayan dostluk, bir süre sonra çözülerek, kahramanlarını paranoyakça bir deneyime sürükler. Genevieve kendisini kıskançlık ve güvensizlik hisleriyle dolu bulurken; orman, artık yeşilinde huzur bulunan değil, her taşın altına bakılan, kuytularından korkulan bir yer olur.
Film, iki kadın ve bir adamın arkadaşlık hikâyelerinin ötesinde, oldukça içgüdüsel bir şekilde kıskançlık ve cinsiyet sorunlarını tartışıyor. Bu anlamda, Orman, bu duyguları anlamaya kalkışma halidir denebilir. Takal’ın bu ilk filmi, görsel olarak da karakterlerin belirsiz ve çelişkili ruh halini yansıtır nitelikte.

Ölü Hayat/Still Life/Still Leben

“Seni duş alırken izlemek istiyorum. Hiç kurulanma. Dizime otur. Seni ben kurularım…”
Film, kızıymış gibi davranması için fahişelere para ödeyen bir babanın hikâyesini anlatır. Bir ailenin, anne, oğul, kız çocuk ve babanın gerilimlerini anlatırken, tabuları da sorgulamaya ve sorgulatmaya “kurban”ı ve “suçlu”yu anlamaya çalışır.
Riskli ve güç bir konuyu, ön yargılara kapılmadan ve klişe mesajlar vermeye çalışmadan, her bir karakteri anlayarak anlatmasının filmin en büyük başarısı olduğu söylenebilir.

Özgür Adamlar/Free Men/Les Hommes Libres

Holocoust filmleri, bugüne kadar çoğunlukla Avrupalı edebiyatçıların ve yönetmenlerin eserlerine konu oldu. Özgür Adamlar ise, Fas kökenli bir sinemacı olan Ismael Ferroukhi’nin gözünden 1940’ların Paris’ine bakıyor.
Ana karakter genç Younes, Cezayirli bir Müslüman’dır. Filmde, onun Yahudi bir şarkıcıyla olan arkadaşlığı sayesinde, Younes’in polisle işbirliği yapan bir karakterden, Nazi işgaline karşı savaşan bir direnişçiye dönüşme hikâyesini izleriz. Etnik ve dini kökenlerin ötesine geçerek, insanlık için yan yana gelen karakterlerin hikâyesini anlatan Özgür Adamlar, Holocaust sırasında Araplar’ın aldığı tavrı anlatmasıyla da mutlaka görülmesi gereken bir film.

Anadolu’nun Son Göçerleri: Sarıkeçililer/Last Nomads in Anatolia: Sarıkecililer

Binyıllardır göçer hayatı yaşayan toplulukların bugün direnen son örneği olan Sarıkeçililer, tıpkı ataları gibi kışlaktan yazlağa, yazlaktan güzleğe durmadan göç ederler. Günümüzde, tarımın modernleşmesi, ağaçlandırmanın artması ve hayvancılığın fabrikasyonlaşması ile yara alan ve sayıları giderek azalan diğer göçerler gibi, Sarıkeçililer’de göç yolları giderek daralmıştır.
Belgesel, Sarıkeçililer’in zorlu yaşam mücadelesini konu ederken; onların dürüstlüğüne, cesaretine ve doğayla olan ilişkilerine de yapılan bir güzellemedir. Belgesel, sadece göçerlerin yaşam biçimlerini belgelemekle kalmaz, onların kültürel güzelliklerini ve kendilerine has ritüellerini de anlamaya, anlatmaya çalışır.
Film, Sarıkeçililer’in belki de son kez gerçekleşecek olan zorlu göç yolculuğuna tanıklık ederken, bu kültürün izlerini sürüyor.

Sel/The Flood/Mabul

Filmin bitiş jenerikleri ekranda belirdiğinde, ister istemez Tolstoy’un çok bilinen bir cümlesi akla geliyor: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Fakat, her ailenin mutsuzluğu kendine göredir.”
Çarpıcı bir aile dramı olan Sel, 13 yaşındaki üstün zekâlı, fakat fiziksel olarak yetersiz Yoni’nin gözünden, Yahudi bir ailenin fertlerinin birbirleriyle olan ilişkilerini anlatıyor. Kendisinden bir yaş büyük, fakat oldukça uzun sınıf arkadaşları, her fırsat bulduklarında Yoni’yi hırpalarlar. Anne babası ise birbirleriyle mecbur kalmadıkça konuşmayan iletişimsiz ebeveynlerdir. Yoni’nin Bar Mitzvah törenine ise bir hafta kalmıştır. Hayatındaki bütün bu gerilimler yetmezmiş gibi, bir de 17 yaşındaki otistik abisinin eve gelmesiyle Yoni’nin ve Roshko ailesinin hayatı iyice alt üst olur.

Siyah Ekmek/Black Bread/Pa Negre

Goya ve San Sebastian Film Festivalleri’nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi  Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleri vb. olmak üzere tam 26 ödüle layık görülen İspanyol yönetmen Agusti Villaronga’nın son filmi Siyah Ekmek İspanya iç savaşı sonrasında küçük bir kasabada geçiyor. Edebiyat uyarlaması olan film, bir çocuğun gözünden yetişkinlerin acımasız ve yalanlarla dolu dünyasına bakarken; çözülmeye çalışılan bir cinayet üzerinden ergenlik, cinsellik, yalanlar ve gerçekler üzerine sorular soruyor.

Sürtük/The Slut

Kudüs Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görülen Sürtük, 35 yaşında güzel bir kadın olan Tamar’ın çocuklarıyla ve kasabanın erkekleriyle olan ilişkilerini konu eder. Tanışır tanışmaz Tamar’a âşık olan genç ve yakışıklı Shai, cinsel açlığını kasabada birden fazla erkekle ilişkiye girerek gidermeye çalışan Tamar’ın isteklerini karşılamaya yetecek midir?
Sevgi, cinsellik, aile olmak, annelik, depresyon ve öz yıkım üzerine ısrarla sorular soran Sürtük, her şeyin ötesinde Tamar ve kızlarının, Shai’ın ve onların sevmeyi öğrenmelerinin hikâyesi.
Belki de, özgürlük ve sevgi, sınırların eridiği ve bulanıklaştığı ve evcil olanla vahşi olan arasında belirgin bir ayrımın kalmadığı yerde mümkün olacaktır.

Şeytandan Sevgilerle/Greetings to the Devil/Saluda Al Diablo

Eski bir gerilla olan Angel suç ve şiddetten arınmış bir hayat yaşamak, yeni bir başlangıç yapmak istese de, geçmişi bir türlü peşini bırakmaz. Yeni bir hayata başlamak için yapması gereken, 72 saatlik bir maceradan sağ olarak çıkmaktır. Orozco Kardeşlerin birlikte yazıp yönettikleri bu ikinci film, ticari sinema meraklılarını cezbedecek aksiyonunun yanında, psikolojik bir suç hikâyesi oluşu ve çarpıcı görselliğiyle, sanat sineması sevenleri de sevindiriyor.

X/X

X, karanlık bir aşk hikâyesi anlatan bir suç filmi. Ana karakter, Holly, üst sınıf bir eskorttur. O gece, işindeki son gecesidir. Yalnız bir firari olan Shay’ın ise sokaklardaki ilk gecesidir. Son dakikalık bir iş iptaliyle, ikisinin de kaderleri tersine döner ve işler sarpa sarar. Kendilerini bir anda Sidney’in suç dünyasının ortasında bulan Holly ve Shay bir ölüm kalım mücadelesine girişirler.
X; aşk, talih, kaçış hakkında bir suç filmi olmasının yanısıra; insane kaçakçılığının acımasız dünyasına da ayna tutuyor.
Görsel olarak çarpıcı bir film olan X, gerilla usulü, küçük bir ekiple, sadece dört haftada çekilmiş bağımsız bir film. Aynı zamanda “Red Light Trilogy” isimli bir üçlemenin ikinci filmi. Üçleme, adını Sidney’in kalbindeki King Cross isimli red-light bölgesinden alıyor. Bölge, suç, heyecan, tehlike ve bayağılığın erime potası…

Yan Pencere/Sidewalls/ Medianeras

Martin, günlerini dairesinde web tasarımı yapmakla geçiren bir agorafobiktir. Tedavi sürecinde, yavaş yavaş şehirde küçük turlar atmaya başlar. Mariana ise uzun bir ilişkinin post travmasını yaşamaktadır.
Karşılıklı dairelerde oturan bu yalnız erkek ve kadının karşılaşmalarını çaresizce bekleriz. Buenos Aires gibi üç milyon nüfuslu bir şehrin kaosunda ise bu pek de kolay olmaz.
Yönetmenin sözleriyle filmi düşünecek olursak; “Bir erkek, bir şehrin görüntüsünü yansıtırken; bir şehir de bir erkeğin dışarı uğramış iç organları gibidir. Bir şehir, bir erkeğin varoluş sebebini keşfetmesini sağlayan bir aracı iken; aynı zamanda onun varoluşunu tamamlamasının önüne geçen bir engeldir de.”
Modern bir kent masalı anlatan film, büyük şehirlerde kent yaşamının nasıl kurgulandığını da mizahi ve ironik bir dille anlatmaya çalışıyor.
Kolektif nevrozdan muzdarip, yalnız bir adam ve kadının portresini çizerken; kaotik ve kalabalık Buenos Aires’in portresi de adım adım beliriyor zihnimizde.

Yarın/Morgen

40’lı yaşlarındaki Nelu Romanya-Macaristan sınırında küçük bir kasabadaki bir markette güvenlik görevlisi olarak çalışır. Kasaba, Macaristan’a, oradan da Batı Avrupa’ya geçmeye çalışan mültecilerin uğrak yeridir. İzole bir evde yaşayan Nelu’nun tek eğlencesi nehirde balık tutmaktır. Sınırı geçmeye çalışan bir Türk’le tanışmasıyla tekdüze giden hayatı rayından çıkar…
Yönetmenin başlangıç filmi olan ’Yarın, İtalyan yeni-gerçekçiliğinde sıkça rastlandığı gibi gerçek bir hikâyeden esinlenilmiş. Yönetmenin gerçekçi tavrı  oyunculukta da kendisini gösteriyor. İki erkek karakter birbirlerinin dillerini bilmeseler de, bir şekilde gerçek bir iletişim kurabiliyorlar. Zira, Yarın’ı bir göçmen hikayesi olmaktan çok bir arkadaşlık hikâyesi kılan da bu tercih.
Film, uluslararası festivallerden sayısız ödülle döndü. Filmin layık görüldüğü ödüllerden bazıları şöyle; 63. Uluslararası Locarno Film Festivali (Özel Jüri Ödülü, Ekümenik Jüri Ödülü, FICC / IFFS don Quijote Ödülü); Romanya Sinema Birliği (UCIN) 2010 En İyi Film Ödülü ve Büyük Ödül; 51. Selanik Film Festivali 2010 (En İyi Yönetmen Ödülü); FIPRESCI Ödülü 2010;
Reykjavik Uluslararası Film Festivali 2010 (Church of Iceland Ödülü); Wiesbanden Go East Film Festival 2011 (En İyi Yönetmen Ödülü); 13 BAFICI, Buenos Aires; SIGNIS Ekümenik Jüri Ödülü; CinEast – Festival du Film d`Europe Centrale – Luxembourg (Büyük Ödül ve Halk Ödülü 2010); Iasi Uluslararası Film Festivali 2010 (En İyi Kurmaca Film); Festival National de Film Romanesc – 2011 (En İyi Yönetmen Ödülü); Avrupa Parlamentosu LUX Ödülü 2011.

Yaşlı Kediler/Old Cats/Gatos Viejos

Yaşlı bir çift olan Isadora ve Enrique, dağlarla kaplı, teraslı evlerinde kendi hallerinde bir hayat yaşarlar. İki yaşlı kedileri de onlara can yoldaşlığı ederler.
Dairelerinde, kitapları, eklektik sanat eserleriyle dolu huzurlu hayatları birden alt üst olur. Bozulan asansör yüzünden 10. katlarındaki evlerinde tıkılı kalan yaşlı çiftin huzuru, öfkeli kızlarının ve onun sevgilisi olan bir kadının ani ziyaretleriyle daha da bozulur.
Bazen küçük insanların küçük dünyası, katlanılması en zor olandır…
Kara mizahın sunduğu sınırsız olanaklardan zekice faydalanmayı bilen film, anne-kız ilişkisinin kırılgan alanında tehlikeli bir gezintiye çıkıyor.
Oyunculuklarının doğallığı ve gerçek zamanlı hikâyesiyle, Yaşlı Kediler, bir cinema-verite örneği…

Yitik Gençlik/Wasted Youth

“Kaynayan bir şehir, Atina… Kızgın kalabalıklar…”
Yitik Gençlik her şeyden önce, bir şehir hakkında bir film. Aynı zamanda, gençlik, iktidar, muhalefet ve kalabalıklar hakkında. Gençlerden birinin, Vasilis’in bir polis tarafından vurulması ve Vasilis’in ölümüyle daha da derinleşen kriz, köşe başı yaşanan çatışmalar Atina’nın gündelik gerçeği haline gelmiştir.
Film,  2008 Aralık ayında yaşanan eylemleri konu alıyor görünse de, aslında insanları gibi yorgun, umutsuz ve kızgın bir kenti anlatmaya çalışır. Yönetmenlerin belgesel kamerası ise, hem konusu hem de amatör oyunculuklar yüzünden zaman zaman Gus Van Sant’ı hatırlatır izleyiciye.

[flickr-gallery mode=”photoset” photoset=”72157628473229295″]

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (18. hafta):
Umudunu Kaybetme - The Old Oak (2024) Grabuna (2024) Üç Günlük Dünya (2024) SOBE: Sakallı Bebek (2024) Hanna ve Minik Canavarlar - Hanna And The Monsters (2024) Çocuk Kalbi (2024) Tarot - Horrorscope (2024) Tereddüt Çizgisi (2024) Bakkal Amca: Mahmut Tuncer (2024) Sinemada İtiraz Ediyorum (2024) Şahsi Meselemiz Merkez Üssü Hatay (2024) Küçük Prens Karlar Ülkesi - The Swiss Adventure (2024) Back to Black (2024)
Arşivden Seçkiler:
Kaçış Planı - The Next Three Days (2011) Renkli Penguenler (2019) Beyaz Balina (2017) Asimetrik (2015) Abimm… (2009) Jester: İntikam Gecesi - The Jester (2023)

Leave a comment