Yalancılar İçin Sihir

LOCUS EN İYİ İLK ROMAN ÖDÜLÜ ADAYI

GOODREADS OKURLARINA GÖRE YILIN EN İYİ FANTAZİ ROMANLARINDAN BİRİ

Ivy Gamble’ın özel dedektiflik kariyerinin önü açık gibi görünüyordu. Uzun zamandır görüşmediği kız kardeşi Tabitha’nın sahip olduğu sihir yeteneği ona bahşedilmemişti ama sıradan hayatından gayet memnundu. Ivy, kardeşinin öğretmenlik yaptığı ve sihir gücüne sahip öğrencilerin yetiştirildiği Osthorne Akademisi’ndeki gizemli bir vakayı çözme görevini kabul ettiğinde, fırsat ayağına gelmişti. Artık sıradan vakalarla uğraşan değil, ciddi bir cinayet davasını çözebilecek türden, iyi bir dedektif olmak istiyordu ve cevaplar oradaydı, hepsi önündeydi. Tabii Ivy onları görecek kadar iyi olabilirse…

“Bu merak uyandırıcı kitap sizi kesinlikle kendine bağlayacak.”
– Veronica Roth

“Biraz Veronica Mars biraz Harry Potter.” – The Nerd Daily

“Akıl dolu ve sürükleyici…” – Publishers Weekly

Çevirmen: Nur Eren

Yitik Dünya

Shannon Moss, Donanma Suç Araştırma Birimi’nin gizli bir bölümünde çalışıyordu. 1997 yılında, Batı Pennsylvania’da, bir komandonun ailesinin cinayetini araştırma görevini aldı, ayrıca ailenin kaybolan genç kızını da bulması gerekiyordu. Moss, geleneksel emniyet güçlerine söylemese de, kayıp komandonun USS Terazi isminde bir uzay gemisinde astronot olduğunu biliyordu. Bu gemi, Derin Zaman’ın akıntıları içinde kaybolmuştu.
Moss zaman yolculuğunun zihinsel travmalarını ilk elden yaşamıştı ve komandonun gelecekteki tecrübelerinin bu şiddeti tetiklediğini düşünüyordu.

Moss, kendi geçmişindeki bazı acıların da etkisiyle, kayıp kızı ve katili bulmak için zamanda ileriye, muhtemel geleceklerden birine gidecek ve 1997’deki bu cinayeti çözmesine yarayacak kanıtları bulmaya çalışacaktı. O, zamanda yolculuk yapıp farklı geleceklerden ipuçları toplarken, bir cinayetten çok daha korkunç bir kader, tüm insanlığın sonunu getirecek bir kıyamet gittikçe günümüze yaklaşıyordu.

Tom Sweterlitsch’ten Yitik Dünya, yapısıyla ve üslubuyla Inception ile
True Detective’i akla getiren, labirentimsi kâbus atmosferiyle tüyler ürpertici
bir bilimkurgu polisiye.

“Hem zamanı hem de akılları büken bir polisiye. 12 Maymun ile True Detective’in bir karışımı gibi.” – Sylvain Neuvel

“Türler arasındaki sınırlara meydan okuyan, büyük fikirlere sahip bir roman. Destansı ve akıl almaz.” – Blake Crouch

Çevirmen: Burak Eren

Korudaki Gümüş

DÜNYA FANTAZİ EN İYİ NOVELLA ÖDÜLÜ

Emily Tesh’in birçok farklı mitolojide ve çeşitli halk inanışlarında yerleşik olan “Yeşil Adam” efsanesinden esinlenerek kaleme aldığı “Yeşilkuytu Serisi”nin ilk kitabı Korudaki Gümüş, fantastik edebiyatın olmazsa olmazı peri masallarına, kadim söylencelere, doğadaki doğaüstü unsurlara, büyülü ormanlara yönelik çağdaş bir hikâye anlatıyor.

Tobias Finch, Yeşilkuytu’nun derinliklerinde, koruya hükmeden yaşlı bir meşe ağacının yanındaki kulübesinde, sakin ve kendi hâlinde bir yaşam sürüyordu. Kedisiyle ve bir de ağaç perileriyle…

Yeşilkuytu Malikânesi’nin yeni sahibi Henry Silver ortaya çıkınca her şey değişti. Yerel halk efsaneleriyle yakından ilgilenen Silver’ın merakı sayesinde bir perde aralandı ve geçmişin gölgesinde saklanan sırlar yavaş yavaş topraktan filizlenmeye başladı. Tobias Finch, uzun zaman önce kapadığı bir defteri açmak zorunda kalacaktı. Ormanın büyüsü bozulacak, yeşilliğin kalbindeki karanlıkla hesaplaşılacaktı.

Korudaki Gümüş, kara topraktaki köklerin derinliğine dair dokunaklı, masalsı bir anlatı.

“Ormanın, perilerin ve sevginin hakiki öyküsü.” – Naomi Novik

“Unutulmuş tanrıların, yaşlı ormanların büyüleyici öyküsü. Tek kelimeyle olağanüstü.” – Jenn Lyons

“En yakın ormanda sessiz bir köşe bulun, ağaçların fısıltısını dinleyin, bu küçük kitap için eski ve yeni tanrılara teşekkür edin.” – Book Riot

Çevirmen: Selis Yıldız Şen

Piyanist

Feminist şair, oyun yazarı, çevirmen ve romancı Elfriede Jelinek, kalabalık korkusu ve sosyal fobisi nedeniyle 2004 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almaya bizzat gidememiş ama törende gösterilmesi için kaydedilen videoda, nota sehpasından okuduğu konuşmasında “Lisan bazen kazara bulur yolunu ama yoldan çıkmaz,” demişti. Jelinek, Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin sinemaya da uyarladığı Piyanist’te annesiyle yaşayan, cinselliği bastırılmış piyano öğretmeni Erika Kohut’u anlatıyor.

Küçüklüğünde bir müzik dâhisi olduğu düşünülen Erika artık otuzlarının sonunda, hâlâ annesiyle beraber yaşıyor ve Viyana Konservatuarı’nda piyano öğretmenliği yapıyor. Annesiyle aynı yatağı bile paylaşan bu kadın, ona ilgi duyduğunu anladığı öğrencilerinden biriyle başladığı sadomazoşist ilişki sayesinde, içindeki tüm saklı arzuları birden serbest bırakacak. Şiddet, haz ve aşk birbirine karışacak.

Elfriede Jelinek’in en bilinen romanı Piyanist, müziği dinlenmeyip susturulan bedene, kadın ile erkeğin toplumsal rollerine dair tabu yıkan, sarsıcı bir başyapıt.

“İnsanın kanını donduracak kadar baş döndürücü bir eser.” – Walter Abish

“Piyanist, bir anne ile kızının, bir sanatçı ile âşığın zekice, sivri dilli, muhteşem bir portresi.” – John Hawkes

“Jelinek’le ilgili insanı ele geçiren asıl şey, yanlış mutluluk fikirlerinden ibaret bir dünyanın içine böyle isabetli ve keskin biçimde girebilmesi.”
– Frankfurter Rundschau

Çevirmen: Süheyla Kaya

Kuyrukluyıldız Günleri

Biliminsanlarınca, kütlesinin çoğu gazdan oluştuğu için çarpsa da etkisi olmayacağı düşünülen bir kuyrukluyıldız Dünya’ya yaklaşıyor. Yaklaştıkça büyüyor, yeşilimsi aydınlığı belirginleşiyor.

İnsanlık ise kendi dertleriyle meşgul. Dünya ekonomik krizde, insanlar işsiz, büyük bir savaş kapıda. Sömürünün ve savaşın yanında kuyrukluyıldızı hiç umursamayan genç sosyalist William Leadford’ın en büyük derdi ise henüz ayrıldığı sevgilisi. Oysa Dünya, kuyrukluyıldız sayesinde büyük bir değişimin eşiğinde.

Wells’in 1910’da Dünya’dan görülebilecek olan Halley Kuyrukluyıldızı’na duyduğu merakla 1906’da kaleme aldığı bu ütopya, yazarın insanlık durumuna dair gerçekçi gözlemlerinden yola çıkarak ilerliyor ve eşitlik, pasifizm, özgür aşk ekseninde dönüyor.

Savaş ve sınıfsal çelişkiler kadar aşk üzerine de zamanının ilerisinde görüşlere sahip Kuyrukluyıldız Günleri, toplumsal düzenin üzerine inşa edildiği temeli sarsmaktan korkmayan, sadece Wells’in yazabileceği öngörüde bir “bilimsel romans”.

“Wells Kuyrukluyıldız’da bir yazarın karşısına çıkabilecek en ürkütücü mücadelelerin üçüyle yüzleşiyor. İlki, roman kesinlikle tartışmalı; Wells istediğini anlatabilmek için romanı tersyüz etme riskine giriyor. İkincisi, romanın ilerleyen bölümleri ütopyacı; herkes bilir ki ütopyalar parıltıdan yoksundur. Son olarak, Wells’in anakarakterinde kahraman hamuru yok; bu karakterle empati kurmak zor. Ama gelin görün ki Wells tüm bu sorunların altından zekice kalkıyor.”
– Ben Bova

Çevirmen: Doğa Özışık

Kan Fermanı

“Kanla yazılan ancak kanla bozulur.”

Akla gelmeyenin başa neler getireceğini kim nereden bilebilir? Ufacık bir domino taşının her şeyi yerle yeksan etmesi için tüm şartlar hazır. Korku kendine yer bulmak için sırasını bekliyor. O, bulduğu yerde köklenmek isteyen tohum sanki. Kanla beslenip boy atan bir ağaç.

Şafak Güçlü, Kan Fermanı ile bu toprakların korku için ne kadar bereketli olduğunu gösteriyor okura. Sürekli devan eden temposu, şaşırtıcı kurgusu ve nefes alıp veren karakterleriyle uzun zaman unutamayacağınız bir roman.

“Vampir elindeki rulo şeklinde tuttuğu fermanı açtı. Parşömen kâğıdın üstünde kurumuş kan lekeleri ve silikleşmiş Arapça yazılar vardı. Bir süre bekleyen yaratık mırıldanmaya başladı! Bir anda önlerindeki ateş harlayarak yükseldi. Kıvılcımlar mağaranın onlarca metrelik tavanını bir anlığına yaladı ve yeniden normale döndü. Bununla birlikte diğer yaratıklar yeniden aynı sözleri mırıldanmaya başladı. Şimdi tüm mağarada yankılanan anlaşılmaz bir uğultu gittikçe yükseliyordu.
Artık ölümcül ayin başlamıştı!”

Kahraman ve Cellat

Ev, ailenin karakutusu. İçeride çok ses var, çoğu zaman aynı şeyi söylemeyen sesler. Orada her şey coşkuyla, umutla ve iyi niyetle başlıyor ama böyle devam etmiyor. Toplum, aile için roller seçiyor: Anneler cefa çekiyor, babalar fedakârlık ediyor. Ya çocuklar? Orada değiller sanki. Aile olmak, insandan verebileceği en çetin mücadeleyi talep ediyor.

Şeniz Baş, Kahraman ve Cellat’ta aile kavramını yeniden tartışmaya açarak yarattığı karakterlerle sadece bireyin değil toplumun da çıkmazlarına işaret ediyor. “Kahraman ve Cellat” özenli dili, sürükleyici kurgusu ve okuru içine alan atmosferiyle uzun zaman akılda kalacak bir roman.

“Aynadaki bakışı anlamaya çalışıyorum. Kim bakıyor bize oradan?
Kahraman mı cellat mı? Yüzüne bir gülümseme yayılıyor babamın.”

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (18. hafta):
Umudunu Kaybetme - The Old Oak (2024) Grabuna (2024) Üç Günlük Dünya (2024) SOBE: Sakallı Bebek (2024) Hanna ve Minik Canavarlar - Hanna And The Monsters (2024) Çocuk Kalbi (2024) Tarot - Horrorscope (2024) Tereddüt Çizgisi (2024) Bakkal Amca: Mahmut Tuncer (2024) Sinemada İtiraz Ediyorum (2024) Şahsi Meselemiz Merkez Üssü Hatay (2024) Küçük Prens Karlar Ülkesi - The Swiss Adventure (2024) Back to Black (2024)
Arşivden Seçkiler:
Sen Benim Her Şeyimsin (2016) Elfland: Yeni Yıl Dedektifleri - Elfland (2019) Hacksaw Ridge: Savaş Vadisi (2016) Hayaller Ülkesi: Gamonya (2020) Neredesin Süpermen? - Bekas (2013) Eğer Yaşarsam - If I Stay (2014)