Yabancılarla Bir Yaz

“Okuduğum en iyi Japon yazarlardan biri.” – Bret Easton Ellis

Taiçi Yamada kaleme aldığı romanlarla kentsel yabancılaşmayı tekinsizlikle harmanlayan, olaylardan çok düşünsel süreçlere ve karakterin duygu dünyasına eğilen bir yazar. Yabancılarla Bir Yaz romanında da sakinleri neredeyse ruhlarını kaybetmiş bir şehrin sokaklarında gizemli bir yolculuğa çıkarıyor bizi.

Orta yaşlarındaki senarist Harada, geçmişini yâd ettiği bir gün kendisini çocukluğunun geçtiği Asakusa eğlence bölgesinde bulur. Tokyo’nun eski şehir merkezi olan semt, eskisi gibi değildir, değildir ama Harada’nın anılarından silinmeyen ve trajik bir kazada ölen anne babasıyla ilişkilendirdiği bir yerdir hâlâ. Asakusa’da dolaşırken ebeveynine benzeyen sevimli bir çiftle tanışır. Harada onları görünce teselli bulsa da dehşet kendini göstermekte gecikmeyecektir.
Sence ben hayalet miyim?
Çevirmen: Nilay Çalşimşek

Diğer Taraf

“Gerçek bir gerilim ve dehşet başyapıtı.” – Jeff VanderMeer

Sembolizm ve Ekspresyonizm akımlarının önemli temsilcilerinden olan
Alfred Kubin, karanlık imgelerle yüklü görsel çalışmalarıyla tanınan, Poe ve E. T. A. Hoffmann gibi yazarların eserleri ile tarihteki ilk fantastik korku dergisi
Der Orchideengarten için çizimler yapan Avusturyalı bir ressam. Onun tek romanı Diğer Taraf ise tuhaf kurgunun öncülerinden biri.

Claus Patera bilimsel ilerlemeden nefret eder ve çağdaş uygarlığın yarattığı hayal kırıklığına karşı bir rüya ülkesi kurarak yeni bir toplumun temelini atar. Buraya sadece seçilmiş kişiler davet edilir. Patera’nın eski arkadaşlarından olan Münihli bir çizer de eşiyle beraber bu davete icabet edenlerden biridir ve Patera’nın İnci adlı şehirden yönettiği Rüya Ülkesi’ne vardıktan sonra hayat onun için yavaş yavaş bir kâbusa dönüşecektir.

Hayal gücü iktidardı.
Çevirmen: Begüm Kovulmaz, Emrah İmre

Essex Yılanı

• Britanya Kitap Ödülü Kazananı
• New York Times Yılın En Dikkate Değer Kitabı
• Costa Kitap Ödülü Finalisti

Cora Seaborne baskıcı kocasının ölümünün ardından üzüldüğü kadar rahatlamıştı da: Olağanüstü bir zekâya ve bitmez bir meraka sahip Cora,
zoraki uyum sağladığı sosyeteye uygun eş rolünden sonunda kurtulmuştu.
Her şeyi arkasında bırakma ümidiyle on bir yaşındaki oğlu Francis ve dadı Martha’yla beraber Londra’dan ayrılıp Essex kıyılarını ziyaret edecekti.

Essex’teyse bir söylenti almış başını gidiyordu: Bataklıklarda insan kanına susamış korkunç bir yaratığın dolaştığına dair dedikodular vardı. Rivayete göre efsanevi Essex Yılanı üç yüz yıl sonra geri gelmiş ve Yılbaşı gecesinde genç bir adamı öldürmüştü. Batıl inançlara tahammülü olmayan amatör doğabilimci Cora, duydukları karşısında büyülenmişti. Yerel halkın doğaüstü bir deniz canavarı olduğunu düşündüğü şeyin, henüz keşfedilmemiş bir tür çıkacağından emindi. Bölgenin papazı William Ransome’la tanıştırılmasının ardından hiçbir konuda anlaşamayan bu iki zıt insan, kısa sürede kendilerini amansızca birbirine çekilmiş bulacaklardı.

Sarah Perry’nin gerçek olaylardan esinlenen ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda geçen romanı, Essex ve Londra, mit ve modernite arasında gidip geliyor. Cora Seaborne’un Essex Yılanı’nı coşkulu arayışı, çevresindekileri de bilimsel ilerleme çağında inanca veya akla olan bağlılıklarını sınamaya teşvik etmekle kalmıyor, aşkın, dostluğun ve sadakatin sınırları da tekrar tekrar çiziliyor.

“Keyifli bir roman. Çok yetenekli bir yazarın elinden çıkmış, zekâ dolu ve büyüleyici bir eser.” – Sarah Waters

“Kısmen hayalet hikâyesi, kısmen doğa tarihi dersi, kısmen romantik, kısmen feminist bir masal.” – New York Times

“Karşı konulamaz bir roman… Gurur ve Önyargı’daki Elizabeth Bennet’tan bu yana en keyifli kadın kahraman…” – Washington Post
Çevirmen: Aslıhan Kuzucan

Ejderha Cumhuriyeti / Haşhaş Savaşı Üçlemesi 2

Çin’in kanlı yirminci yüzyılından ilham alan, ihanet ve büyü dolu Haşhaş Savaşı serisi, ikinci kitabıyla devam ediyor.

Rin, Anka’nın gücünü kullanarak Mugen Federasyonu’nu yok etmişti. Ancak gerçekleştirdiği katliam yüzünden o artık bir kaçak durumundaydı. Tüm Nikan’da kellesine ödül konmuştu. Bir yandan işgalden kurtardığı ülke ona düşman kesilmişken bir yandan da en zor ânında sığındığı intikam tanrısı
Anka onu tamamen ele geçirmeye çalışıyordu. Anka’nın etkisiyle başa çıkmaya çalışan Rin ise afyon bağımlılığının pençesindeydi.

Rin’in artık tek bir amacı vardı: Ülkesini satan İmparatoriçe’den intikam almak. Bu uğurda işbirliği yapmayacağı kimse yoktu. Ve Ejderha Savaş Lordu, İmparatoriçe’yi tahtından indirip Nikan’a demokrasi getirme planını açıkladığında, Rin uğruna savaşacağı yeni bir gaye edinecekti.
Ne de olsa, savaşmak Rin’in bildiği tek şeydi.

İşgal Sona Ermişti. Ancak Asıl Savaş Daha Yeni Başlıyordu.

“Fantastik edebiyatın olağanüstü yeni kalemi.” – Peter V. Brett

“Yenileyici, şaşırtıcı bir hikâye. Her şeyi kontrol eden görünmez Anka ateş tanrısı da cabası. Fantazyanın ufku işte böyle genişletilir!” – Wired

“Haşhaş Savaşı’nın bu müthiş devam kitabında intikam, dostluk ve güce dair yolculuk devam ediyor. Kuang’ın yarattığı karakterin macerası unutulmaz.”
– Library Journal

“Kuang’ın karakterleri fazlasıyla ilgi çekici ve kitabı bitirdiğimde onları düşünmeye devam ettim. Kesinlikle tavsiye ederim.” – Rick Riordan
Çevirmen: Nevgül Güven

Ejderha Cumhuriyeti / Haşhaş Savaşı Üçlemesi 2

Çin’in kanlı yirminci yüzyılından ilham alan, ihanet ve büyü dolu Haşhaş Savaşı serisi, ikinci kitabıyla devam ediyor.

Rin, Anka’nın gücünü kullanarak Mugen Federasyonu’nu yok etmişti.
Ancak gerçekleştirdiği katliam yüzünden o artık bir kaçak durumundaydı.
Tüm Nikan’da kellesine ödül konmuştu. Bir yandan işgalden kurtardığı ülke ona düşman kesilmişken bir yandan da en zor ânında sığındığı intikam tanrısı
Anka onu tamamen ele geçirmeye çalışıyordu. Anka’nın etkisiyle başa çıkmaya çalışan Rin ise afyon bağımlılığının pençesindeydi.

Rin’in artık tek bir amacı vardı: Ülkesini satan İmparatoriçe’den intikam almak. Bu uğurda işbirliği yapmayacağı kimse yoktu. Ve Ejderha Savaş Lordu, İmparatoriçe’yi tahtından indirip Nikan’a demokrasi getirme planını açıkladığında, Rin uğruna savaşacağı yeni bir gaye edinecekti.
Ne de olsa, savaşmak Rin’in bildiği tek şeydi.

İşgal Sona Ermişti. Ancak Asıl Savaş Daha Yeni Başlıyordu.

“Fantastik edebiyatın olağanüstü yeni kalemi.” – Peter V. Brett

“Yenileyici, şaşırtıcı bir hikâye. Her şeyi kontrol eden görünmez Anka ateş tanrısı da cabası. Fantazyanın ufku işte böyle genişletilir!” – Wired

“Haşhaş Savaşı’nın bu müthiş devam kitabında intikam, dostluk ve güce dair yolculuk devam ediyor. Kuang’ın yarattığı karakterin macerası unutulmaz.”
– Library Journal

“Kuang’ın karakterleri fazlasıyla ilgi çekici ve kitabı bitirdiğimde onları düşünmeye devam ettim. Kesinlikle tavsiye ederim.” – Rick Riordan
Çevirmen: Nevgül Güven

Altı Üstü İstanbul

Sağ gözün açık. Solun karşısında bir inek. — 0. (Belki de inek değildir.)
Sol gözün açık. Sağın karşısında bir dev. 0 —. (Yoksa sen misin dev olan?)
İki gözün kapalı. — —. Karşında mavi kapı. Hem mukim hem Mukim’in diyarı. (Dad’ın hüznü Ardu dedikleri herhalde.) İki gözün açık. 0 0. Karşında Aydos Ormanı. (Kaymakdonduran Ormanı da olabilir… Ya da İnva, kim bilir.)
Her halükârda, ya altı İstanbul’un ya üstü. Biri ağlarken diğerinin soluğu dönüşmez kahkahaya çünkü.

İstanbulensisler ilk burada açar, sen koklarsan. Doğadaki her canlı senin için öter, sen duyarsan. Görmek için sadece gözlerini kullananlardan değilsin. Bundandır geçmez karanlığın hükmü sana, inanırsan. Şimdi kapat gözlerini. Binyılların neresindesin?

Ercan y Yılmaz’ın yeni romanı Altı Üstü İstanbul, alt alta üst üste iki âlemin,
iki İstanbul’un hikâyesini anlatıyor. Sen dilinin imkânlarından yararlanılarak
ve kendine özgü işaret sistemiyle inşa edilen roman, şehrin son yıllarını gözler önüne sermekle kalmıyor, toplumsal olaylara değinerek kolektif hafızayı da canlı tutuyor. Hem görünen hem görünmeyen İstanbul’dan haber veriyor Yılmaz, kurmacayla gerçeği bir kez daha oyunun merkezine koyuyor – denemekten sakınmayarak.

“İstanbul. Eksilmenin ve de tamamlanmanın, tükenmenin ve de dirilmenin, bitmenin ve de başlamanın şehri. Altında ve üstünde yaşayan varlıklarla, yaşanan hikâyelerle şehre âlem dense olur, acun dense olur, biri tutup evren mi diyecek, o da olur. Tüm ağızlar birden söyler masalını. Üstelik herkes ayrı bir İstanbul anlatır ve hepsi de doğrudur. Bu şehir bir değildir, bir olmayı kendine yakıştırmaz. Sokaklarında gezinenler, içlerinde birçok İstanbul taşır. Biri kaçılan bir şehirken, biri mutlaka kaçınılan bir şehir. Biri korkulan bir şehirken, biri mutlaka yüreklendiren bir şehir. Biri söndürenken, biri mutlaka yakan bir şehir.”

Sen Ben Lenin: Bir Hikâye, İki Senaryo, Bir Film

SEN BEN LENİN arkasında “bir” filmin yanı sıra aynı hikâyeyi anlatan “iki” senaryo bıraktı: Birincisi koşullar yüzünden çekilememiş, ikincisi koşullara rağmen çekilmiş… Türkiye’de sinema yapmanın zorluklarını bir tarafa bırakacak olursak, bu iki senaryo, bir hikâyeyi iki farklı biçimde anlatma denemesi olarak da görülebilir. Aynı hikâyeden yola çıkan ama karakterleri, mekanları, zamanı ve olay örgüsünü farklı biçimlerde kurmaya çalışan iki farklı senaryo.

Bir
Tek kurtuluş umudu turizm olan bir sahil kasabasına dalgalar günün birinde ülkenin başbakanı yerine ahşap bir Lenin heykeli getirir. Annesiyle birlikte iki kişilik bir dünyada yaşayan fotoğrafçı Fikret, kasabaya yeni atanan idealist öğretmen İdil, dinlediği bir masala inanan Ümit, bir çay bahçesi açmak isteyen balıkçı Aziz ve daha yüksek mevkiler peşinde koşan belediye başkanı Deniz, Lenin heykeli etrafında kendi hikâyelerini yeniden kurmaya girişirler. Acaba Lenin mi kasabayı yoksa kasaba mı Lenin’i değiştirecektir?

İki
Kurtuluşu turizmde arayan bir sahil kasabasına günün birinde dalgalar ahşap bir Lenin heykeli getirir. Heykel, turistlerin ilgisini çeker düşüncesiyle belediye tarafından meydana dikilir, haber ülke gündemine yerleşir. Başbakan ve beraberindeki Rus heyetinin katılımıyla yapılacak açılıştan hemen önce Lenin heykeli çalınır. Lenin’i bulmak için Ankara’dan özel olarak görevlendirilen tecrübeli bıçkın komiser Erol’un ve ayrıntıların titiz dinleyicisi genç komiser Ufuk’un sadece on iki saatleri vardır. Boş bir sandalye, kayıp bir çocuk, rengârenk çaputlar… Heykelin çalındığı geceye dair deliller kasabanın geçmişine uzanan bir yol açarken, polislerin “Neredesin Lenin?” sorusuna kasabalılar beklenmedik bir cevap verir.
Barış Bıçakçı – Tufan Taştan

Çingeneler

“Onlar çadırlarında, misafir için yalnız limonata değil, icap ederse kuş sütü bile yaratırlar. Hele Hıdrellezlerde, düğünlerde, başka teferizlerde kuzular, pilavlar, zerdeler, yoğurtlar, dolmalar, börekler, şerbetler, şaraplar, konyaklar gırla gider.”

Osman Cemal Kaygılı’nın 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edilen ve ilk kez 1939 yılında kitap olarak yayımlanan, yazarın “gerçek bir olaydan yola çıkarak” yazdığını belirttiği romanı Çingeneler, okuru erken dönem Cumhuriyet edebiyatında yazarların tek tük uğradığı, İstanbul’un kenar mahallelerindeki hayatlara tanık olmaya çağırıyor.

Yazar Beyoğlu ile Sulukule, Aksaray ve Ayvansaray gibi tarihi yarımadanın semtlerindeki ötekilerin; kabadayıların, tulumbacıların, âlemcilerin ve eğlence yerlerinin hikâyesini musiki meraklısı, babasını genç yaşta kaybeden kemancı İrfan aracılığıyla anlatıyor. İrfan’ın, hayatlarına dair az şey bilinen ama İstanbul’un mühim topluluklarından biri olan çingenelerin arasına dahil olması ve Nazlı adındaki çingeneye âşık olmasıyla tepetaklak giden hayatı üzerinden gerçekçi bir şekilde kaleme alıyor romanını.

Sait Faik’in “Ondan başka romancı tanımıyorum,” dediği Osman Cemal Kaygılı’nın en önemli eseri Çingeneler ile yazarın benzer mekânlarda gezinen öyküsü “Çingene Kavgası” da bu edisyonda kendine yer buluyor.

Şık

“Şöhret pek şıktır. Ama nasıl şık? Bu kelimenin kötü anlamı yönünden ne kadar genişletilmesine imkân varsa işte öyle şıktır. Malum ya… Şıklık yalnız kıyafetle olmaz. Yaradılış ve ahlak bakımından da şık olmak gerekir.”

Hüseyin Rahmi Gürpınar ilk romanı Şık’ı henüz on sekiz yaşındayken yazmaya başlamış, kitap 1888 yılında Ayna adıyla Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmişti. Ahmet Mithat Efendi ilk başta bu eserin böyle genç birinin elinden çıktığına inanamamıştı fakat karşısındaki Gürpınar’ın gözyaşlarını görünce ona ikna olmuş, hikâyedeki mizahi üslubu övmüş ve yazarın gelecekteki başarılarını öngörmüştü.

Şatırzâde Şöhret Bey dış görünüşüne fazlasıyla önem veren “züppe” bir insandır. Gerçekte olduğundan daha saygıdeğer birisi sandığı sevgilisi Madam Pötiş’in elinde kukla olan bu saf delikanlı, aşkı için her şeyini feda edip annesinden para çalmayı bile göze alacaktır.

Hüseyin Rahmin Gürpınar’ın daha sonra yazdığı Şıpsevdi’nin temellerini attığını da söylediği Şık, böylesine kıymetli bir kalemi Türk edebiyatına armağan eden o ilk roman.

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (17. hafta):
Zah-Har 'Cin Ahalisi' (2024) Oyun Gecesi - Katala (2024) Arınma - Immaculate (2024) Küçük Don Kişot'un Maceraları - Giants of la Mancha (2024) Boy Kills World (2024) Cadı (2024) Rekabet - Challengers (2024) Siyah Çay - Black Tea (2024) Dublör Filmi (2024)
Arşivden Seçkiler:
Yeraltı (2012) Birkaç Mısraymış Meğer (2023) Aşk Treni - Chennai Express (2014) DİLBERAY (2022) I Wanna Dance With Somebody (2022) Somali Korsanları - Dabka - Pirates of Somalia (2017)