Koyunlar Yukarı Bakar
“Karmaşık ve trajik bir başyapıt. John Brunner bilimkurgunun Rachel Carson’ıdır.” – Ian Watson
“Kimse, günümüzün sorunlarını John Brunner gibi tahmin edememiştir.”
– William Gibson
“YUKARI BAKAR AÇ KOYUNLAR, ÇOBANDAN MEDET UMAR.”
Bilimkurgu yazınının başlıca kâhinlerinden biri olan John Brunner, aynı zamanda türün en deneysel ve yenilikçi eserlerine imza atmış bir yazar. Koyunlar Yukarı Bakar ise yazarın en dehşet verici kehanetlerinden biri.
İki dünya savaşının ve sanayileşmenin ardından hava kirliliği öyle bir seviyededir ki insanlar maske takmadan açık havada yürüyemez hâle gelmiştir. Tarımda ve hayvancılıkta kullanılan toksik maddeler yüzünden bebeklerin ölüm oranları artmış, doğum kusurları ve fiziksel hastalıklar normal sayılmaya başlamıştır. Büyük şirketler her türlü kâr için savaşırken, yozlaşmış hükümet görevlileriyse cebini doldurmanın peşindedir.
Çevreci Austin Train yaptığı kehanet niteliğindeki uyarıların ardından gördüğü tepkiler yüzünden firardadır. Radikal çevreci gruplar onun liderliğini ve manifestosunu benimsemişken hükümet ise onu ortadan kaldırmanın planlarını kurmaktadır. Medyanın tek derdi ise reyting kaygısıdır. Çok az insan dünyanın geleceğinin, insanlığın kirli parmakları arasından kayıp gitmekte olduğunun farkındadır.
İnsanlık olarak çevreye verdiğimiz zararı geri alabilir miyiz? Yoksa her şey için artık çok mu geç kaldık?
Koyunlar Yukarı Bakar, günümüzün ve geleceğimizin otopsisi.
David Brin’in önsözüyle
James John Bell’in sonsözüyle
Çevirmen: Cenk Pamay
Scott Pilgrim 2: Scott Pilgrim Dünyaya Karşı
“Indie-rock tarzını, video oyunları formülünü ve sevgiye duyulan özlemi bir potada eritiyor… Eğlenceli ve benzersiz bir cevher.” – The Washington Post
SCOTT PILGRIM iki kızla aynı anda görüşüyordu. Knives Chau’yla birlikteyken geçmişi silip her şeye yeniden başlayabilirmiş gibi hissediyordu. Ramona Flowers’la birlikteyken ise, tüm yaşananları kabul edip olgunlaşabileceğini düşünüyordu. Ama Ramona beraberinde çok büyük bir yükle geliyordu: Her biri Scott’ın Ramona’yla birlikte olmasını engellemeye çalışan YEDİ KÖTÜ ESKİ SEVGİLİ. Knives, Ramona’yla tanıştığında neler yaşanacak? Scott’ın gönlü hangisine kayacak? Neden geçmişte yaşananlar geçmişte kalamayacak?
Çevirmen: Alican Saygı Ortanca
Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar
Baba, hem uzak hem yakın, hem güçlü hem de zayıf. Sızmış, bulaşmış gibi o. Çıkmayan leke, dolmayan bardak, kıpırdamayan dağ. Ondan olmanın ağırlığıyla ezilen çocuk var bir de. Kimi zaman ona rağmen, kimi zaman ondan yana, kimi zaman ondan beter. İkisi arasında bir dağılma. İçi boş çekirdek kabuklarına benziyor üstelik bu. Baba, her şeyin kanatabildiği ama hiçbir şeyin sağaltamadığı bir yara.
Polat Özlüoğlu, Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar kitabıyla yeniden merhaba diyor okura. Sesini ailenin tam ortasından yükseltiyor. Kendine has üslubu ve sarsıcı öyküleriyle içine düştüğümüz cendereyi yaşanır kılıyor.
“Mesafeler mi daha çabuk unutturur, yoksa saatler mi? Kaç şehir eskitmek lazım unutmak için birini ya da kaç saati tüketirsek unutmuş oluruz aklımızda yerli yersiz patlayan anılardan bir çuval mermiyi? Kaç adım atmak lazım bir kâbustan uyanmaya? Kaç uykuyu katletmek gerek unutmak için gözümüze batan dikensi bakışları? Kaç kişiyi teşhis edince gider insan kendinden ya da kaç kişiyi gömmek gerek bulmak için aradığını?”
Gölgesiz Kadınlar
Genç ve –henüz– hayat karşısında savunmasız bir kadın: Segah. Ailesini, eşini kaybetmiş, bu coğrafyada yaşanan acılara tanıklık etmiş yalnız bir kadın: Rozlin. Segah, öğrenim görmek için gittiği Londra’dan anne ve babasının bir cinayete kurban gittiğini öğrenerek dönecek ve döndüğü ev, kendi evi değil, Rozlin’in evi olacak. Rozlin, yıllardır içinde büyüttüğü kederi, kaybettiği komşularının kızı Segah’la paylaşacak.
Gölgesiz Kadınlar, bir ilk roman. İlker Koçaş, polisiye bir vakanın çözümlendiği romanında yolları bir süreliğine birleşen iki kadının hikâyesini anlatıyor. Segah’ın, Rozlin’in, polislerin ve gazetecilerin gözünden aktarılan olaylar silsilesinin sonunda bir sır perdesi aralanıyor.
“Can sıkıntısından kurtulmak umuduyla bir yandan izleyecek bir şeyler arıyor, bir yandan da bilgisayarından İngilizce ve Türkçe haberlere göz atıyordu. Bir süre her zamanki siyasi polemikler, magazin haberleri ve İstanbul takımları hakkında transfer dedikodularıyla dolu internet sitelerine göz gezdirdi. Az önce açtığı sarhoş manken haberini kapatıp internet sitesinin anasayfasına geri döndü ve bu esnada sayfanın tepesinde ‘İstanbul’da korkunç cinayet’ başlıklı son dakika haberini gördü. Haberin üzerine tıkladığında babasının fotoğrafının altına yazılmış tek paragraflık yazıyla karşılaştı:
‘Gazeteci Bülent Şekerci ve eşi Polonezköy’deki evlerinde ölü bulundu. Şekerci ve eşinin sabah saatlerinde gerçekleşen silahlı saldırı sonucu hayatlarını kaybettiklerine inanılıyor. Emniyet Müdürlüğü konuyla ilgili henüz resmi bir açıklamada bulunmadı.
AYRINTILAR GELİYOR…’”
Adı Olmayan İkinci Öykü
Daha önce Günlerden Bir Gün adlı romanı yayımlanan Aynur Kulak, bu defa öyküyle sesleniyor okura. “Düşüş” kavramı etrafında var olan öyküler, okuru sohbete, yazıya ve sonunda düşüşe dahil ediyor. Kulak, okurun da kendi öyküsünü anlatmasını bekleyerek kalemi ona teslim ediyor, “Yol boyunca düştüm. Düşmeyi çok seven birinin öyküsünü günü geldiğinde yazabilmek için,” diyerek bir yazar-okur birliğini işaret ediyor.
Adı Olmayan İkinci Öykü; tek bir öykünün farklı yataklardaki akışı, kendi ekseninden fırlayarak çıkmak isteyen bir öykü toplamı.
“Zamanı başka bir dilde yakalama isteğimi konuşmalıyız. Mekânları algılayışımı. Ya da belki geçmişin şimdi geldiği bu noktada, on beş yıl sonra bin bir türlü badire sonrası işin içinden çıkamadığım öyküler yazan ben, pencereden dışarı bakarken karşı balkonda gördüğüm, her gün ama her gün istisnasız bütün evi baştan ayağa temizleyen kadını yazmalıydım. Sıkıldım. Birçok nedene bağlayabileceğim bir sıkılma hâli bu. Geçmişe, şimdiye, geleceğe, ona, buna, şuna bağlayabileceğim böyle bir sıkıntıdan kurtulabilmek zor. İstemiyorumdur belki de. Karşı balkonda kilim silkeleyen kadını yazacağım. Bir gün oturacağım ve onu yazacağım, evet. Kendi eksenimden fırlayarak çıkacağım. Deli gibi arzuladığım tek şey bu. Kendi eksenimden fırlayarak çıkmak. Bir roketin uzaya doğru fırlatılması gibi. Böyle bir fırlatılmayla çıkmak istiyorum dünyadan.”