Kimsenin Bundan Bahsettiği Yok

2022 Dylan Thomas Ödülü Kazananı

Yetişkinlik hayatının tamamını Proustvari bir tavırla, her gün, yatak-masasında yazı yazarak geçiren Patricia Lockwood, günümüzün önde gelen Amerikalı şair ve yazarlarından biri. Edebiyat dünyasında ses getiren eserlerinin yanında Twitter’da çizdiği profille de dikkatleri üzerine çeken Lockwood’un ilk romanı Kimsenin Bundan Bahsettiği Yok ise Booker Ödülü ile Dublin Edebiyat Ödülü kısa listelerine giren, 2022 Dylan Thomas Ödülü’nü kazanan bir yapıt.

Sosyal medya paylaşımlarıyla öne çıkan bir kadın, hayranlarıyla tanışmak için dünyayı dolaşır. Portal olarak adlandırılan çevrimiçi dünyanın çivisi çıkmak üzeredir. Derken, annesinden gelen ailevi bir haber her şeyi altüst eder. Gerçek hayat ile dijital portalın giderek tuhaflaşan dünyası çatışırken, evrende iyilik, empati ve adaletin var olduğuna dair kanıtlarla karşılaşan kadın, maalesef bunların yokluğuyla da yüzleşecektir.

Kimsenin Bundan Bahsettiği Yok, internet sonrası hayatı sorgulayan, metaforlarla yüklü, duygusal olduğu kadar gerçekçi de olan bir gözlem romanı.

“Düzyazı şiir gibi okunabilecek, görkemli, içten, felsefi, zeki ve en nihayetinde de dokunaklı bir kitap.” – New York Times

“Bu kitaba gerçekten hayranım. Patricia Lockwood tam anlamıyla eşsiz bir yetenek ve bu onun en iyi, en eğlenceli, en tuhaf ve en etkileyici eseri.”
– Sally Rooney
Çevirmen: Emirhan Burak Aydın

Marry Grave 2

Sawyer ölen karısı Rosalie’nin tabutunu sırtlanmış vaziyette, onu geri getirmek için yola devam ediyor. Güvenilir dostları giderek artıyor ve artık daha hızlı ilerliyor. Bu yollar Rosalie’nin de geçtiği yollar. Onun Sawyer için anlattığı, bir başka aşk ve ölüm öyküsü açığa çıkıyor! Rosalie’nin sırrı orada saklı…
Çevirmen: Özlem Mete

Ormanın Derinliklerinde

2001 Edgar Ödülü Kazananı

“Bülbülü Öldürmek’i hatırlatan, duygu yüklü bir hikâye. Polisiye ile bir ailenin tarihini başarıyla bir araya getiriyor.” – Booklist

Doğu Teksas, yıllardan 1933. Büyük Buhran kara bir bulut gibi ülkenin tepesinde dolaşmakta. On bir yaşındaki Harry Collins ve küçük kız kardeşi
Tom, Sabine Nehri civarında siyah bir kadının cesedini bulunca yaşadıkları küçük ve sakin kasabada gerilim yükselir. Beyaz bir kadına ait ikinci bir ceset ortaya çıktığında ise bu gerilimin şiddeti artar. Harry, katili bulmak için harekete geçtiğinde kasabanın derinliklerinde yatan korkunç sırlar su yüzüne çıkar.
Çevirmen: Peren Gülmez

Oda Müziği: Toplu Şiirler

Modern edebiyatın en çetrefil, dilin, anlatının sınırlarını yıkıp geçen, roman türünü bambaşka ihtimallerle tanıştıran yazarı Joyce için, Beckett “onun eserleri şeyle ilgili değil, o şeyin ta kendisidir,” der. Jorge Luis Borges, Flann O’Brien, David Foster Wallace, Gabriel García Márquez ve başka sayısız yazarı etkileyen Joyce, sadece Dublin’i ve İrlanda’yı anlatarak evrensel ve zamansız bir edebiyat bıraktı ardında.

Joyce, usta bir roman yazarı olarak tarihe geçse de aynı zamanda şarkı söylemeyi seven, müzikle içli dışlı bir şairdi. Özellikle yirmili yaşlarında müziğin hayatında önemli bir yer kapladığı dönemde, otuz altı aşk şiirinden oluşan ilk kitabı Oda Müziği’ni yayımladı. Joyce’un şiirlerinin bir araya geldiği bu derlemede ise Oda Müziği’nin yanı sıra ikinci şiir kitabı Bi’tekliğe Dans Pabuçları ve buna ek olarak “Ecce Puer”, “Engizisyon” ve “Havagazı” gibi diğer bağımsız şiirleri de yer alıyor.
Oda Müziği: Toplu Şiirler, şair James Joyce’un hayatında yer eden iç sesler ile dış seslere kulak verebildiğimiz bir albüm.

“Bu şiirler, birinin akşam vakti hava kararırken çaldığı fısıldayan bir klavsen gibi… Eski bir müzik aletinden çıkan, hiç genç olmamış ve asla yaşlanmayacak, ruhani, eski tınılarla dolular.” – Arthur Symons

“Özellikle ilk kısımdaki şiirlerin niteliği ve üstünlüğü Joyce’un titiz müzik eğitiminden kaynaklanıyor.” – Ezra Pound
Çevirmen: Fuat Sevimay

Sürgünler

Modern edebiyatın en çetrefil, dilin, anlatının sınırlarını yıkıp geçen, roman türünü bambaşka ihtimallerle tanıştıran yazarı James Joyce için, Beckett “onun eserleri şeyle ilgili değil, o şeyin ta kendisidir,” der. Jorge Luis Borges,
Flann O’Brien, David Foster Wallace ve başka sayısız yazarı etkileyen Joyce, sadece Dublin’i ve İrlanda’yı anlatarak evrensel ve zamansız bir edebiyat bıraktı ardında.

Joyce, 1918’de yayımlanan üç perdelik oyunu Sürgünler’de ne kadar uzağa gidilirse gidilsin geride bırakılamayanları anlatıyor. Bir yazar olan Richard, eşi Bertha’yla beraber uzun zaman önce gittiği Roma’dan İrlanda’ya geri döner. Artık başarılı bir gazeteci olan eski dostu Robert’la ve eski aşkı Beatrice’le buluşur. Geçmişte konuşulmayan hisler açığa çıktıkça hepsinin ilişkileri kördüğüme döner. Sahnelenemeden yayımlanan, İngiltere’de salon bulunamadığı için galası Münih’te yapılan, daha sonra en kayda değer prodüksiyonu 1970’te Harold Pinter tarafından gerçekleştirilen Sürgünler girift bir aşk hikâyesi.

“Sürgünler’i sahnelemeye giriştiğin için çok cesursun.”
– Samuel Beckett, Harold Pinter’a mektubundan

“Lisanda ışıltı taşıyan şeyi, kelimelerin güzelliğini ve coşkusunu bana hissettiren o şeyi görmeyi, her sözcüğün bir hayata ve tarihe sahip olduğunu algılamayı Joyce vasıtasıyla öğrendim.” – Don DeLillo
Çevirmen: Fuat Sevimay

Notre Dame’ın Kamburu

“Ne güzel yazılmıştır Notre Dame’ın Kamburu.” – Gustave Flaubert

Notre Dame Katedrali’nin Gotik kulelerinde kilisenin zangocu kambur Quasimodo yaşar. İnsanların tiksintiyle baktığı, hor gördüğü Quasimodo, ona merhamet gösteren iyi kalpli Çingene kız Esmeralda’ya âşık olur.
Ancak Esmeralda’nın talibi çoktur ve onu elde edebilmek için her türlü kötülüğe başvurmaktan çekinmezler. Esmeralda’yı bu komplolardan tek kurtarabilecek kişi ise Quasimodo’dur.

Edebiyatın devlerinden Victor Hugo, meşhur eseri Notre Dame’ın Kamburu’nda din, kader, karşılıksız aşk gibi temaları işleyerek ölümsüz bir hikâyeye
imza atmıştır. Sayısız tiyatro oyununa ve filme uyarlanan Notre Dame’ın Kamburu, yayımlandığı andan itibaren Fransız edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olmuştur.
Çevirmen: Birsel Uzma

Düello

“Aleksandr Kuprin, Anton Çehov’un gerçek vârislerinden biridir.” – Lev Tolstoy

Hayranları arasında Çehov, Tolstoy, Gorki, Bunin gibi Rus edebiyatının büyük isimleri de bulunan Düello, Aleksandr Kuprin’in en meşhur eseri sayılıyor. Romanda, kendisi için askerlik dışında bir hayat hayal edemeyen, bir yandan da içinde bulunduğu düzene ayak uydurmakta güçlük çeken bir subayın hikâyesi anlatılıyor.

Rusya’nın güneyi, Rus-Japon Savaşı sonrası. Asteğmen Ramaşov amaçsız bir ordu düzeni içinde kısılı kalmış, genç bir subaydır. Sonu gelmez talimlerin yapıldığı, askerlerin zorlu şartlara uyum sağlamaya çalıştığı bu orduda askeri hayatın acımasızlığıyla başa çıkmakta zorlanan Ramaşov günlerini romantik gündüz düşleri kurarak geçirir. Ancak yapacağı bir hata, hayatının gidişatını değiştirecektir.
Çevirmen: Hazal Yalın

Kuru Dallar Yangını

Daha önce Akıp Giden Günlerimiz adıyla öyküleri yayımlanan Özcan Yılmaz, bu defa bir romanla okur karşısında.

Kitabının yaratım sürecinde “Tindersticks” adlı grubun şarkı sözlerinden, albüm isimlerinden ve albümlerde yer alan şarkıların sıralamasından faydalanan Yılmaz, anlattığı hikâyeyi çokyüzlü cisimlerden yola çıkarak inşa ediyor ve hikâyenin sonunda biçimsel bir bütünlüğün peşine düşüyor. Bütünü oluşturan parçalar arasında yazarın anlatıcı tercihi dikkat çekiyor.

Kuru Dallar Yangını, melankolik bir dünyanın ve o dünyayı döndüren şarkıların yitişine dair bir roman.

“İkimiz de hayatımıza devam etmeliydik, dedim, başka ne olabilirdi ki. Ah, haklısın elbet, dedi, aklına yeni bir şey gelmiş gibi duraksadı, iyi vakit geçirdik ama değil mi, diye sordu ve bir yanıt beklemeden, benden nefret etmiyorsundur umarım, diyerek kıkırdadı. Bana nasıl acı verdiğini fark edemiyor olamazdı. Bakışlarımı ondan alıp çatalımın ucunda yuvarladığım spagettiye diktim, ağzıma götürüp uzun uzun çiğnedim. Lokmamı yuttuktan sonra peçetenin ucuyla ağzımdaki yağı sildim, yüzüne baktım, artık kimse kimseden nefret etmiyor, dedim. Tıpkı kimsenin kimseyi sevmediği, affetmediği, gerçekten önemsemediği ve kendisinden öne koyamadığı gibi. Hep başkalarını düşlüyoruz ve hayalimize ulaşsak da ulaşamasak da yasını tutuyoruz. Bu bir lanet, dedim. Ya da beddua, dedi. Canına kıymışların yazdığı şarkılardan bulaşan kötü büyü. Belki de öyledir, dedim, ama yaratıcılarını öldüren şarkılar değildi, bizdik.”

Güzel Seferlerin Süvarisi

Ägir, 1942 yılında Naziler tarafından inşa edildi.

Savaştan sonra İngilizler ona Herkül adını verdi.

1950’lerde Denizcilik Bankası tarafından satın alınarak Hora adıyla kurtarma römorkörü oldu.

1974’te Yunanistan’la yaşanan kıta sahanlığı sorunu nedeniyle emekliye ayrılmak üzereyken petrol arama gemisine dönüştürüldü. Hora’ya, Sismik-1 adı konuldu.

Güzel Seferlerin Süvarisi, öykü kitaplarıyla tanıdığımız M. Özgür Mutlu’nun ilk romanı. 1999 Marmara Depremi’nin ardından bölgedeki fayları araştırmak için kullanılan, şimdilerde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin eğitim gemisi olan Sismik-1’in hikâyesini anlatıyor Mutlu. Kaptan Namlı’nın ve biri kadın ikisi erkek olmak üzere üç araştırmacının gemide ve mahsur kaldıkları yarımadada yaşadıklarından Knidoslu Afrodit’e uzanan bir tarihe tanıklık etmeye çağırıyor okuru.

“Ama ben buradayım, ayrılmayacağım. Şimdi böyle paspal, bakımsız, acınası hâlde dursa da Hora, denize indirilirken ne ihtişamlıydı, tanrıların şerefine şarap dökülmedi mi karalara ve denizlere, sponde, sponde. Kocayınca köpeklerin maskarası olacak bir kurt değil o. Yalnız bırakmayacağım ne pahasına olursa olsun. Bir kaptanın yeri köprü üstüdür. Çıkıp orada oturacağım gerekirse yıllarca, bir ömür boyu.”

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (12. hafta):
Hüddam 4: Ahmer (2024) Evie (2024) Cesur Balina Katak - Katak: The Brave Beluga (2024) Sırrını Biliyorum (2024) Öldüm Bittim (2024) Sevmek Yüzünden (2024) İki Yüzlü (2024) Eflatun (2024) Queen Mary'nin Laneti - Haunting of the Queen Mary (2024) Ölümcül Sır - The Bricklayer (2024) BTOB TIME: Be Together the Movie (2024) Köylüler - The Peasants (2024) Demir Pençe - The Iron Claw (2024)
Arşivden Seçkiler:
Gran Torino (2009) Yabancı (2013) Çanakkale Çocukları (2012) Neva (2013) Biri Beni Isırdı - Vampires Suck (2010) MAMA (2013)