Kuş Kral
15. yüzyılın sonlarına gelinirken, Endülüs İmparatorluğu da artık kaçınılmaz sonunu beklemeye koyulmuştur. Sultan Ebu Abdullah’ın cariyelerinden olan Fatma, başına buyruk bir genç kızdır ve günleri Elhamra Sarayı’nın bahçelerinde gezintiler yaparak geçmektedir. Saray haritacısı ve Fatma’nın yakın arkadaşı Hasan ise, kimselerin bilmediği özel güçlere sahip olan ve odasından pek çıkmayan bir gençtir. Fatma gündüz düşleriyle, Hasan da haritalarıyla kendini oyalarken; Kastilya heyeti kılığında saraya gelen İspanyol Engizisyonu, güçlerini keşfettiği Hasan’ın peşine düşecektir.
Fatma’yla Hasan engizisyondan kaçarken efsanevi Kuş Kral’ın diyarını bulmak için dağları ve denizleri aşacak; yolculukları sırasında dostluk, cesaret ve inançları sınava tabi tutulacaktır. G. Willow Wilson’ın Feridüddin Attar’ın yazdığı Mantıku’t Tayr’dan esinlenmelerle yazdığı Kuş Kral, Doğu mitolojisini Batı fantazyasıyla buluşturan eşsiz bir kitap.
“Kuş Kral kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir roman; heyecan verici, dokunaklı, komik ve yürek parçalayıcı bir şekilde muhteşem. Bayıldım.”
– Lev Grossman
Çevirmen: Selis Yıldız Şen
Karanlıkta Yüzmek
Polonya’dan Almanya’ya göçmüş bir aileden gelen Tomasz Jedrowski, Cambridge mezunu ve 2021’de Polari İlk Roman Ödülü adayı olan Karanlıkta Yüzmek ile saklı ilişkilerin içyüzlerini tüm insani ve dramatik yönleriyle ortaya koyarak James Baldwin, Alan Hollinghurst ve André Aciman gibi ustalara hızla yaklaşıyor.
1980’lerde rejimin sarsıldığı dönemde Polonya’da, bir yaz gençlik kampında tanışan biri muhafazakâr biri de sosyalist iki delikanlı, ortak tutkuları olan yüzmek ve James Baldwin’in Giovanni’nin Odası romanı üzerinden kendilerini, güzelliklerle ve doğayla çevrili bir ilişkiye kaptırırlar. Her biri apayrı çevrelerdeki gündelik yaşamlarına dönecekleri Varşova’daysa, ülke idaresi artan ekonomik güçlükler ve yükselen protesto hareketleriyle çözülürken, biri partinin siyasi kademelerinde ötekisi kendisini adadığı toplumsal kavgada zıt kutuplara sürüklendikçe, aralarındaki tutkulu dostluk çetin sınavlardan geçecektir.
Komünist Beni Adınla Çağır olarak da yorumlanan Karanlıkta Yüzmek, ilkgençlik tutkularından politik hırslara, tarihin kavgalarından insanların entrikalarına Jedrowski’nin şiirsel, yoğun ve özgün yaklaşımıyla özgürlük ve aşk hakkında düşündürücü bir ilk yapıt.
“Harikulade, kusursuz, dokunaklı yazım; okur, altında kalmaktan mutluluk duyuyor.” — SEBASTIAN BARRY
“Etkileyici ve alışıldık olmayan bir romans, siyasi dip akıntısıyla… Jedrowski incelikle yazıyor ve âşıkların ilk karşılaşmalarındaki duygusal dürüstlüğünden sonra [Polonya’daki Birleşik İşçiler Partisi’nin] kasvetli bastırma mekanizmasını hatırlatıyor.” — GUARDIAN
Çevirmen: Melek Memiş
Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var
“Vaktiyle Körler Memleketi denilen ve şimdi Kadıköy diye anılan yerde muhakkak bir define var. Evet, muhakkak bir define var! Profesörün büyük bir hakikat olarak kabul ettiği bir iddiaya, yani kızınız Handan Hanımefendi’nin iddiasına göre eski Kalkedon’un sınırları içinde, yani Haydarpaşa Caddesi’nin yarısından başlayarak tahminen Aziziye Sokağı’ndan eski Rum mezarlığına kadar bir kavis şeklinde olan bölgede ve oradan Bahariye ve Moda caddelerini geçerek Mühürdar Caddesi’ne kadar olan mahal dahilinde veyahut onun sınırlarına pek yakın olan mabetlerde mesela Rızapaşa’da, Mühürdar’da veya Moda Burnu’nda gömülmüş büyük bir define varmış.”
Sıcak bir yaz gecesi, balodan erken dönen Kamuran, Moda Çayırı’na bakan evlerinin balkonunda, sanki ablasının sesini duyar. Tuhaf, ablası Handan, Almanya’da arkeoloji okumaktadır. İstanbul’da, hem de ailesinden habersiz ne işi vardır? Koşarak evden çıkar, sahile gider. Evet, yanılmamıştır; ablasının sesidir bu. Dahası Handan bir çuvalın içindedir, kaçırılmaktadır.
Suat Derviş’in, Hatice Hatip takma adıyla 1935’te kaleme aldığı Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var, adından da anlaşılacağı gibi define avcılarının şehrin altını üstüne getirdiği bir polisiye. Bakalım Handan, İmparator Licinius’un hazinesini bulup kendisinin ve kardeşi Kamuran’ın canını kurtarabilecek mi?
Didem Ardalı Büyükarman’sa “Suat Derviş’in İstanbul Manzaraları” başlıklı yazısında bu romanı pek çok açıdan ele alıyor ve “Bizans döneminden 1930’ların İstanbul’una tarihi bir perspektif içinde İstanbul sokaklarında gezinirken bir yandan da yeni moda yaşamların ‘monden’
İstanbul manzaralarından, geçmişin kaybolmuş gizemli dünyasına
tanıklık ediyoruz,” diyor.