Eşcinsel olduğu için hakemlik görevi elinden alınan, tüm ülkeye afişe edilen ve sosyal çevreden dışlanması için sürekli provokasyonlara maruz kalan Halil İbrahim Dinçdağ, Trabzon’dan çok yakın arkadaşımdır. Kendisine Hollanda’da ünlü bir mecmuadan gelen, Türkiye’de Eşcinsel Olmak konulu röportaj teklifi üzerine uzun uzun telefon görüşmeleri yapıp konuyu masaya yatırdık, bazı arkadaşlarımızın fikirlerini aldık. Farklı bakış açılarından, farklı manzaralar çıktı ortaya…

Çevremizi gözlemlediğimizde ülkece uç noktalarda birbirinden çok uzakta yaşamakta olan gruplara ayrılmış olduğumuzu görebiliriz. Zenginler, fakirler, güzeller, çirkinler,  kadınlar, erkekler vb şekillerde kategorize edilmiş durumdayız. Herkes birbirinin aynısı olmak zorunda, hayatlarımız birbirinin fotokopisi olmak zorundaymış gibi bir toplumsal baskı var üzerimizde. Birbirinden ayrılmış grupları incelemek başlı başına bilimsel bir araştırma konusu bence. Kısaca değinmek gerekirse, evrende yaratılmış her canlı birbirinden farklı tasarlanmış olmasına karşın neden herkes birbirinin aynısı olmak zorunda? Bu soruyu bugüne dek pek çok köşe yazımda,verdiğim eğitimlerde ve grup çalıştaylarında gündeme getirdim. Karşımdakilerin yorumları hep aynı oldu, fikrin doğruluğunu savundular. Peki, çoğu insan bu fikre inanıyorsa neden hala birimiz diğerinin hayatını yaşamaya çalışıyor? Kendi hayatımızı seçip onu özgürce yaşayabilme cesaretine sahip değiliz. Neden mi? Çünkü bunu yapanların, kendi seçimlerini yaşamaya çalışanların toplum tarafından nasıl dışlandığını görebiliyoruz ve bu da yaşama cesaretimizi elimizden alıyor. Kadının iş yaşamındaki yeri, mobbing, küçük yaşta evlendirilme, kayıt dışı cinsel pazar, aile içi şiddet gibi konu başlıklarını incelediğimizde “kendi hayatını yaşama ve yaşatma” konusunda nasıl zor bir toplum olduğumuzu görebiliriz. Bir başka ve benim de yakından ilgilendiğim konu ise eşcinsellerin günümüz Türkiye’sindeki durumu. Yukarıda bahsettiğim gibi,Halil İbrahim Dinçdağ konunun yaşayan örneğidir.Eşcinsel olduğu için çalışma hakları elinden alınmış, başka işlere giriş yapmaması için önüne engeller koyulmuş, toplumdan dışlanması için ulusal mecmualara kendi izni olmadan haberleri verilmiştir ve ölüm tehditleri almaktadır. Sevgili arkadaşım Halil İbrahim Dinçdağ’ın içinde bulunduğu durum, bana 2008 yılında yaşanan Ahmet Yıldız cinayetini hatırlatmaktadır. Sizlerin de hatırlayacağı gibi, Ahmet Yıldız, eşcinsel olduğu için “ailesi” tarafından öldürülmüştür. Bu noktada benim anlamakta güçlük çektiğim şey, bir aile kendi evladına nasıl kıyabilir? Hem, toplumda bir birey çevresine rahatsızlık vermeden yaşıyor, işini hakkıyla yapıyor, etrafındaki herkese sevgi ve saygı çerçevesinde yaklaşıyor, kimsenin özgürlüğünü kısıtlamıyor, toplumda verimli çalışmalar gerçekleştiriyorsa bu kişinin hayatının geri kalan kısmı bizi neden ilgilendirsin ki? Toplumumuzda her birimiz yargılamayı çok iyi biliyoruz, yargılamakla kalmayıp cezalar veriyoruz. Fikrimce, toplumsal baskıdan sıyrılmak için çabalamalı, bu doğrultuda kendimize özgü davranışlar oluşturmalıyız. En önemlisi “kendimiz” olmayı başarmalı ve başkalarının da “kendileri” olmalarına müsaade etmeliyiz… Benim gibi düşünen pek çok insan da ülkemizde ve dünyadaki cinsel ayrımcılığa sessiz kalmayıp tepkilerini gösteriyor. Konuyla ilgili çekilen filmler, belgeseller en çok dikkat çeken yapımlar oluyor. Kadınlara uygulanan aşşağılama ve seksist yaklaşımı sorgulayan muhteşem bir film olan Soroya’yı Taşlamak; eşcinsel bir gencin yaşanmış hikayesini konu alan ve seyrettiğimde gözyaşlarına boğulduğum Prayers For Bobby örnek çalışmalardandır diyebilirim. Cinsel kimliği yüzünden öldürülen Ahmet Yıldız’a adanan, 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne damgasını vuran Zenne filmini ise gösterime girdiğinde seyretmenizi şiddetle öneriyorum. Zenne filmi festivalde 5 dalda ödül sahibi oldu. Film, ülkemizdeki seksist yaklaşımı, kendi içinde çok parçaya bölünmüş bir sosyal baskıya sahip olduğumuzu ve tüm bu durumların Avrupalı bir fotoğraf sanatçısının gözünden nasıl göründüğünü konu alıyor. Ocak 2012’de gösterime girmesini heyecanla beklediğimi itiraf etmeliyim…

Sonuç olarak, unutmayalım ki yüce Yaratıcı bizleri birbirimizden farklı olmaya programlamıştır, herbirimizi farklı fıtratlarda yaratmıştır. Birbirimizin aynısı olmamızı isteseydi o şekilde yaratırdı. Farklı olmak için yaratılmış insanlarken, fotokopi hayatlar yaşamamızın hiçbir manası yok… Yaşadığım ülkede, 21.yy Türkiyesi’nde ayrımcılık, toplumdan dışlama gibi yaklaşımların; ihtiras, ego ve kompleks sahibi insanların var olduğunu görmek beni üzüyor. Her şeyin düzelmesini dilemek ve ulaşabildiğim kadar insana seslenmekten başka yapabileceğim bir şey yok ne yazık ki… Herkese sevgi, saygı ve iyi dileklerimi sunuyor; bir öncekinin fotokopisi olmayan yeni bir yıl diliyorum…
GÖKSEL AKSEL

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (19. hafta):
MAKKA: Cinn-i Azap (2024) Gece Avı - Bloodline Killer (2024) Süper Ajan Bernard: Görev Mars - Bei Ken xiong 2: Jinpai tegong (2024) Süper Köpekler - The Barkers Pursuit of Adventure (2024) Görücü (2024) Çingene Kızı Zeugma (2024) Beyaz Eşya (2024) Kırmızı Pabuçlar - The Red Shoes: Next Step (2024) Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık - Kingdom of the Planet of the Apes (2024) Düşmanların En İyisi - Best of Enemies (2024)
Arşivden Seçkiler:
Şangay - Shanghai (2011) The Beekeper / Arıcı: Ölüm Kovanı (2024) Ip Man 4: Final (2019) Bisikletli Çocuk - Le Gamin au Velo - Kid With A Bike (2011) Las Herederas - Mirasçılar (2018) Hayalet Avcıları: Öteki Dünya - Ghostbusters: Afterlife (2021)

Leave a comment