Kızıl Ot

Otuz dokuz yıllık renkli ve verimli yaşamı boyunca romanlar, şiirler, şarkılar yazan, trompetten ve cazdan vazgeçmediği gibi oyunculuk, şarkıcılık, mucitlikten de geri kalmayan ve doğal bir oyunbozan olan Vian’ın meslek hayatında Fransız Standartları Enstitüsü’nü seçmiş olması belki de sanat dünyasının en parlak ironilerinden biridir. Dönemin diğer bazı isimleri gibi doğaçlama yaşayıp eser veren Vian bugün asıl olarak yazar kimliğiyle ve antimilitarist bakış açısıyla tanınıyor.

Wolf icat ettiği makine sayesinde geçmişini tekrar yaşayabilecek hatta istediği hatıralarını silebilecektir. Ailesinin, aldığı eğitimin, dinle ve toplumla ilişkilerinin bıraktığı psikolojik travmalardan kurtulabilir de “kafasını boşaltabilirse” mutlu olabilecektir belki. Fakat elbette boş bir kafanın da yaratacağı başka sorunlar vardır.

Sağlam bir psikanaliz karşıtı olan Boris Vian, ölümünden sonra dostları sayesinde imha edilmekten kurtulan sekizinci romanı Kızıl Ot ile unutmanın zor olduğu acılarımızla yüzleşmenin ne anlama geldiğini sorguluyor.

“Benden önceki ve sonraki kuşaklar gibi Boris Vian’ın etkisi altında ve ondan esinlenerek büyüdüm.” – Michel Gondry

“Roman yazmak şaibeli, kaçışın olmadığı bir şeymiş gibi gerçekleşiyor her şey. Vian her yerde, her alanda parladığı için affedemiyordu onu akranları.”
– Marc Lapprand
Çevirmen: Hakan Tansel

Çıtırlar Farkında Değil

Otuz dokuz yıllık renkli ve verimli yaşamı boyunca romanlar, şiirler, şarkılar yazan, trompetten ve cazdan vazgeçmediği gibi oyunculuk, şarkıcılık, mucitlikten de geri kalmayan ve doğal bir oyunbozan olan Vian’ın meslek hayatında Fransız Standartları Enstitüsü’nü seçmiş olması belki de sanat dünyasının en parlak ironilerinden biridir. Dönemin diğer bazı isimleri gibi doğaçlama yaşayıp eser veren Vian bugün asıl olarak yazar kimliğiyle ve antimilitarist bakış açısıyla tanınıyor.

Francis Deacon çocukluk arkadaşı Gaya’nın düzenlediği maskeli baloya katılır. Partide, arkadaşının eşcinsel bir uyuşturucu satıcısı ve çete üyesi olan Richard Walcott’la evleneceğini öğrenir. Partiye kadın kılığında katılan Francis, tanınmayacak olmanın verdiği güvenle bu tehlikeli uyuşturucu çetesini ortadan kaldırmaya çalışır.

Boris Vian’ın Vernon Sullivan adıyla yayımladığı Çıtırlar Farkında Değil yazarın çoğu eserinde olduğu gibi, kalbi zayıf olanların uzak durması gereken, sert ama eğlenceli bir macera.

“Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından.” – Publishers Weekly

“Unutulmayacak bir yazar.” – Le Monde
Çevirmen: Hakan Tansel

Bütün Ölülerin Derileri Aynıdır

Boris Vian’ın eserlerini de kendisini de kalıplara sığdırmak zordur. Bu, büyük ölçüde hayatında “bütün insan” rolüne uygun, bilinçli bir duruş sergilemesinin sonucudur. Vian mühendis olarak eğitilmişti ama caz onun diniydi, trompet ise enstrümanı. Beyni her zaman bir şeylerin hazırlığındaydı ve bunun iyi bir nedeni vardı. Jazz Hot dergisinde, “Shakespeare’i ele alın,” diye yazmıştı.
“O çoktan ama çoktan ölmüş. Çürümüş de çürümüş. … Ama baksanıza, bizde onun oyunları var, yani voilà.”

Bütün Ölülerin Derileri Aynıdır romanı Mezarlarınıza Tüküreceğim’in zorunlu devamıdır. Lee, beyaz derisi sayesinde beyazların arasına girip onlara karşı beslediği amansız intikam susuzluğunu gideren sahici bir siyahtı. Bütün Ölülerin Derileri Aynıdır’daki Dan ise bir beyazdır fakat kanı bakımından siyah olduğuna inanır. Beyazlara duyduğu kini yaptığı işle, kötü şöhretli bir gece kulübünün kabadayısı olmakla yüceltir.

Vian’ın Vernon Sullivan imzasıyla yazıp kendini kitabın çevirmeni olarak gösterdiği bu roman, ırkçılığa karşı yazılmış bir ağıt…

“Bütün Ölülerin Derileri Aynıdır aşırı kimlik bunalımı yaşayan bir kişinin kâbusu gibi.” – Literary Hub

“Bu kitap, bitmek bilmeyen enerjisi, açıkyürekliliği ve soğukkanlı vahşetiyle
Jim Thompson’la aynı sularda yüzüyor.” – James Sallis
Çevirmen: Zühre İlkgelen

Gayya Kuyusu

“İki senelik Kadıköy hayatında, kaynanasının zehirli diliyle her dakika gururunun kırılmasından dolayı çocukluk alçak gönüllülüğü yavaş yavaş kaybolmuş, terbiyesiyle örtmeye çalıştığı kibri sanatkârlık gururuyla birleşerek yüz göstermişti. Rezin, artık kaynanasının her dediğine baş eğmiyor, mantıklı düşünceleriyle haksız saldırılarını reddediyordu.”

Ablası Fatma Aliye gibi kadın aydınlanmasına dair kitaplar kaleme alan, Türk edebiyatının ilk kadın romancılarından Emine Semiye, son romanı Gayya Kuyusu’nda 1910’lar İstanbul’unu, Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı arasındaki o çalkantılı dönemi anlatıyor.

Bir tarafta Batılılaşanlar, diğer tarafta ise dinlerine, göreneklerine sıkı sıkıya sarılanlar. Adlarına karar verilen kadınlar; büyükanneler, anneler, kızlar, gelinler, torunlar. Üsküdar’dan Şemsipaşa’ya uzanan çapraşık ilişkiler, iş çevirmeler, dayanışmalar. Tüm bunların ortasında ise kendini bulmaya çalışan Yekta, Eltaf ve Rezin.

Emine Semiye’den Gayya Kuyusu, ataerkil bir toplumda kadın olmaya dair son derece gerçekçi bir bakış açısı sunuyor.

Darbuka Solo

kıyıya çok iyi vuruyoruz
nerden biliyoruz yüzmeyi
dinlenerek ateşi körükleyerek İrlanda diyerek
ağzımızı daha büyük açarak AAAA! diyerek
birbirimizin hayatıyla ne yapıyorsak yapıyoruz
ama dokunmak yok eller yanık mis gibi
iyi olan kessin sesini bağdaş kursun otursun çadırlarda
güzel olan ağlasın
haklı olan çıldırsın
yumruğumuz belli olsun
yumruğumuz belli olsun

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (19. hafta):
MAKKA: Cinn-i Azap (2024) Gece Avı - Bloodline Killer (2024) Süper Ajan Bernard: Görev Mars - Bei Ken xiong 2: Jinpai tegong (2024) Süper Köpekler - The Barkers Pursuit of Adventure (2024) Görücü (2024) Çingene Kızı Zeugma (2024) Beyaz Eşya (2024) Kırmızı Pabuçlar - The Red Shoes: Next Step (2024) Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık - Kingdom of the Planet of the Apes (2024) Düşmanların En İyisi - Best of Enemies (2024)
Arşivden Seçkiler:
Kazananlar Kulübü - Win Win (2011) Felak (2017) Son Üç Gün - 3 Days To Kill (2014) Dalida (2017) Ayrı Dünyalar - Between Two Worlds (2022)