BAY EVET “YES MAN”
16 Ocak 2009’da sinemalarda.
“Yes Man/Bay Evet”te Carl Allen (Jim Carrey) hayatı hiçbir yere varmayan biridir ta ki bir gün çok basit bir şeye, her şeye ama her şeye “evet” deme ilkesine dayanan bir kendi kendine yardım programına katılana dek. Böylece “EVET”in gücünü açığa çıkaran Carl’ın hayatı beklenmedik ve harika bir şekilde değişmeye başlar: İşte terfi almakla kalmaz, yeni bir aşka da yelken açar. Ama her fırsata kucak açma hevesi biraz fazlaca iyi bir şeye dönüşmeye adaydır.
“Yes Man/Bay Evet”i Peyton Reed (“The Break-Up”, “Bring It On”) yönetti. Nicholas Stoller, Jarrad Paul ve Andrew Mogel filmin senaryosunu Danny Wallace’ın aynı adlı kitabından uyarladılar. Yapımcılığını Oscar® ödüllü yapımcı Richard D. Zanuck (“Driving Miss Daisy”, “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”) ile David Heyman’ın (the “Harry Potter” filmleri, “I Am Legend”) gerçekleştirdiği “Yes Man/Bay Evet”in yönetici yapımcıları ise Marty Ewing, Dana Goldberg ve Bruce Berman.
“Yes Man/Bay Evet”in diğer başrol oyuncuları şöyle: Zooey Deschanel (“Bridge to Terabithia”), Bradley Cooper (“Wedding Crashers”), John Michael Higgins (“Fred Claus”) ve Terence Stamp (“Get Smart”). Filmde yardımcı rolleri ise Rhys Darby, Danny Masterson, Fionnula Flanagan, Sasha Alexander, Molly Sims, Brent Briscoe, Rocky Carroll, John Cothran ve Spencer Garrett paylaştılar.
Görüntü yönetimini Robert Yeoman’ın üstlendiği filmde yapım tasarımı Andrew Laws’un, kurgu Craig Alpert’in, kostüm tasarımı Mark Bridges’ın, müzik ise Lyle Workman ile Mark Oliver Everett’in imzasını taşıyor.
“Yes Man/Bay Evet”in dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures, seçilmiş bölgelerde ise Village Roadshow Pictures gerçekleştirecek.

www.herseyeevet.com

YAPIM HAKKINDA
Evet Kaçkınları

Carl Allen bir rutin içindedir. Çalıştığı bankada kredi başvurularını geri çevirmediği zamanlarda, arkadaşlarının davetlerini geri çevirmekte, evde koltuğuna gömülüp tek başına televizyon seyretmektedir. Etkin şekilde bir “Bay Hayır” olmuştur.
Carl rolünü üstlenen Jim Carrey, “O adam oldum. O durumda olup da hayatı görmezden gelen pek çok insan tanıyorum. Görmezden Gelme Birleşik Devletleri’nde yaşıyorum. Bana göre, bu film hayata katılmayı seçmekle ilgili. Beni ona çeken de bu oldu. Bazen bir şeye hayır demek, bir başka şeye, önünüze çıkacak daha büyük bir şeye evet demektir. Bazen de bir davete hayır demek koltukta oturup patates cipsi yemeye evet demektir. Kendiniz için doğru olanı yapın” diye öğütleyen Carrey, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama genellikle pişmanlık duyduğumuz şeyler evet dediklerimiz değildir; hayır dediğimiz şeylere dönüp bakar ve, ‘Ah keşke biraz daha uzun yaşayabilseydim’ deriz”.
Carl’ın yaşamı isteksizce katıldığı bir kendi kendine yardım semineriyle beklenmedik ve köklü bir şekilde değişir. Seminerin lideri, katılımcıları daha çok evet diyerek hayatlarını değiştirmeleri konusunda yüreklendiren bir “Evet” gurusudur. Başta şüpheci yaklaşan Carl her şeye evet diyerek kendini anın akışına bırakır. “Filmde, Carl bir sıçrama tahtasına ihtiyaç duyan sıradan bir adam. Seminer işte bu sıçramayı sağlıyor” diyor yönetmen Peyton Reed ve ekliyor: “İlk başta biraz yolunu şaşırıyor ama sonra seminer sayesinde kendine geliyor ve hayatı tekrar yaşamaya başlıyor”.
Reed, Danny Wallace’ın en-çok-satan anı kitabına dayanan senaryoyu okur okumaz beğendiğini de şu sözlerle ifade ediyor: “Senaryoya, ardından da Danny’nin kitabına gömüldüm. Danny’nin bir süreliğine bu felsefeyi benimsemiş olması beni gerçekten çok şaşırttı”.
Wallace yıllar önce kız arkadaşı tarafından terk edildiğinde, “oturup bir çocuk gibi video oyunları oynayarak ve gerçek anlamda pek bir şey yapmayarak” vakit geçirmeye ihtiyacı olduğuna karar verdiğini söylüyor ve ekliyor: “Arkadaşlarım benim için biraz endişelenmişlerdi. Sürekli olarak arayıp mesaj bırakıyorlar, çeşitli vesileler ve davetler için cep mesajı gönderiyorlardı. Ben ise her seferinde ‘hayır’ diyordum”.
Londra otobüsünde tesadüfen yaptığı bir sohbet Wallace için bir dönüm noktası oldu ve kendisine bu kitabı yazma ilhamı geldi. “Biri bana ‘Daha çok evet demelisin’ dedi. Muhtemelen öylesine bir tavsiyeydi ama ben onun olabilecek en iyi tavsiye olduğunu düşündüm; tıpkı dünyadaki tüm kendine yardım kitapları gibi üç kelimeden ibaretti. Böylece benim ‘evet kaçkınları!’ fikrim ortaya çıktı. Bir partide adamın birinden bir araba satın aldım çünkü, ‘Bir araba almayı düşünür müsünüz?’ diye sordu. General Onion and His Shocking Castanets adlı bir grubu izlemeye gittim. Kelimeleri çok zekice seçilmiş bir reklamdan ötürü haftasonu için Singapur’a uçtum. Orası haftasonu kaçamağı için pek de uygun bir mesafe değil aslında” derken gülen Wallace, şöyle devam ediyor: “Ama çok güzel vakit geçirdim. Benim olaya bakışım şöyle: Hayatınızın aşkıyla iyi bir partide olabileceği kadar kötü bir partide de tanışabilirsiniz, ama hayır derseniz, bunu asla bilemezsiniz”.
“Malzemenin pozitif enerjisi ve birinin hayata gerçekten sıkı sıkıya sarılması, hele hele bizim durumumuzda bunu çok tesadüfi bir şekilde yapması fikri kesinlikle çok hoşuma gitti” diyor Reed ve ekliyor: “Carl gibi bir adamın bu durumlara düşmesi çok komik. Carl’ı Jim Carrey canlandırdığı takdirde, komedi olasılıklarının sonsuz olacağını biliyordum. Jim’in fiziksel komedi yeteneği ve sunumu filmin mizahını bambaşka bir düzeye taşıdı”.
Carrey ise, “Konseptin gerçekten çok sıkı olduğunu düşündüm. Arkanıza yaslanıp, evet dediğiniz takdirde olabilecek şeyleri hayal etmek gerçekten çok verimli şeyleri beraberinde getiriyor” diyor.
Wallace’ın kitabını keşfedip stüdyoya getiren yapımcı David Heyman, yazarın ilk kitabı “Join Me”yi okuduktan sonra büyük bir hayranı oldu. Yapımcı, “Yes Man” için de çok olumlu düşünceler beslediğini şu sözlerle ifade ediyor: “Danny’ye ve eserine yön veren gönül cömertliği bana gerçekten çok hitap eden bir şey. ‘Yes Man’i okuduğum ve çok sevdim. Evet dediğiniz takdirde önünüze serilen olasılıklar için kapı açmış olacağınız ve başınıza harika şeylerin geleceği düşüncesi çok ilginçti”.
O dönemde en son “Harry Potter” filminde yoğun bir çalışma içinde olan Heyman, deneyimli sinemacı Richard Zanuck’u arayarak “Yes Man/Bay Evet”te birlikte çalışmak için ilgisini uyandırabilmeyi umdu.
Zanuck projede işbirliği yapma konusunda hiç tereddüt göstermedi ve, “bu rolü Jim Carrey’ye vermek en iyisi olmuş” diye düşündü. “Gerçekten de kimse bu rolü onun gibi oynayamazdı” diyor Zanuck ve gülümseyerek ekliyor: “Senaryoya, oyuncu kadrosuna, her şeye ‘evet’ dedim. Projeyle ilgili her şey hoşuma gitti. Yenilikçiydi, yeniydi. Hayatı onaylayan ve eğlenceli bir film projesiydi”.
Zanuck, Reed’le buluştu ve ikili çok iyi anlaştılar. Bu konuda, “Çocukken izlediğim ve ben de film yapma arzusu uyandıran birçok filmin arkasında Dick Zanuck vardı: Fox’ı yönettiği dönemde yeşil ışık yaktığı orijinal ‘Planet of the Apes’ filminde, yapımcılığını üstlendiği ‘The Sting’ ve ‘Jaws’a kadar. O bu işin kurdu!” diyor Reed.
Zanuck da toplantıyla ilgili aynı görüşte olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: “Toplantımız harika geçti. Onun filmlerine hayranım. Çok hoş bir insan ve çok da yetenekli. Bence önünde son derece parlak bir gelecek uzanıyor”.
Reed yapım sırasında hem senaristler Nicholas Stoller, Jarrad Paul ve Andrew Mogel’la birlikte çalışarak hem de Jim Carrey’le vakit geçirerek, Wallace’ın İngiltere anılarını Los Angeles’ta geçen bir Amerikan hikayesine incelikle uyarladı. Yönetmen bunu şöyle açıklıyor: “Filmde Jim’in komedi çalışmaları ile daha ciddi çalışmaları arasında bir hava yaratmak istedim aslında. Bu öyle bir hava olmalıydı ki bir yandan karakter için sadece Jim’in başarabileceği komik uçukluklara olanak tanımalıydı ama aynı zamanda da daha gerçekçi olmalıydı”.
İskoç yazar, mizahçı ve televizyoncu Danny Wallace, anılarını başrolünde Jim Carrey’nin yer alacağı bir filme dönüştürmek istediklerini söyleyen yapımcılarla görüştükten sonra sevincini zorlukla bastırdığını yüzünde bir gülümsemeyle anlatıyor: “Kitabımın bir Hollywood filmine dönüştürülmek istendiğini bildiren telefonu aldığımda çok sevindim ve heyecanlandım. Tabi ki ‘Evet!’ diyecektim. ‘In Living Color’daki performansından bu yana Jim Carrey’nin hayranıydım. Bu filmde görev alan herkes hikayeyi daha geniş kitlelere ulaştırmak üzere ‘Amerikanlaştırırken’ harika bir iş çıkardılar; hikayenin özü tıpatıp aynı kaldı”.
Carrey ise şunları söylüyor: “Ne denebilir ki? Danny olmasa ‘Yes Man/Bay Evet’ olmazdı. Kendisinin kitaptaki yaklaşımı tam bana göreydi. Her zaman gerçekten çok komik olabilecek ama sonradan üzerinde düşünülecek şeyler de sunan projeler arıyorum. Seyirciler ‘Yes Man/Bay Evet’i izledikten sonra eve gidip, ‘Ne kadar sık hayır diyorum? Acaba biraz daha sık mı evet demeliyim?’ diye düşüneceklerdir”.
Gerek Carrey gerek Reed bu kez evet dediklerine memnunlar.
“Jim’le çalışmaktan müthiş zevk aldım” diyor Reed ve ekliyor: “Önceden tanışmıyorduk ama gerçekten de sanki bir elmanın iki yarısıymışız gibi hissettim; mizah anlayışımız çok benzer. Ön yapım sırasında da birlikte epeyce vakit geçirdiğimiz için, çekimler başladığında aramızda özel bir dil oluşmuştu ve filmde neleri hedeflediğimizi, Carl’ın nasıl bir karakter olacağını çok iyi biliyorduk”.
Carrey şunları ekliyor: “Peyton’ın doğaçlama geleneğinden geldiğini biliyorum ama yine de, hiç abartısız, sette arkama yaslanıp birinin beni her an güldürmesine izin verdiğim ilk film buydu. Beni yerlere yatırdı. Her oyuncunun en az bir kez yapması gereken şeyler vardır; bence Peyton Reed’le çalışmak bunlardan biri”.


“Merhaba. Az önce fotoğrafımı mı çektin?”

Carl’ın koltuktan kalkıp dışarıdaki yaşama dahil olması Evet seminerine katılmasından sonra olabilir, ama elindeki fırsatlara gerçekten minnet duymaya başlaması Allison’la tanışmasından sonra olur. Bir gece vakti elinde benzin bidonuyla geride bıraktığı arabasına ulaşmak için uzun bir yürüyüş yapması gerektiği sırada ilgi çekici bir kadın olan Allison onu arabasıyla götürmeyi teklif edince, Carl doğal olarak ‘Evet’ der’.
Rolü üstlenen Zooey Deschanel, “Allison özgür ruhlu, havalı bir kız” diyor ve ekliyor: “Bir müzik grubunda, resim yapıyor, fotoğraf çekiyor çok yaratıcı ve deli dolu. Doğal hâliyle Carl’ın olmaya uğraştığı insan tipi”.
Carrey, canlandırdığı karakterin Allison’a duyduğu ilgiyi, “adeta bir serüvenin içine sarılmış zor bir denklem, bir muamma gibi” diye niteledikten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Filmde romantik öğe çok önemli çünkü hayatta evet diyebileceğiniz en harika şeylerden biri aşktır ve bu kimyanın işe yaramasını istersiniz. Zooey’de muhteşem, tatlı ve insani bir yön var ama bir yandan da tuhaf ve kendine özgü biri”.
Reed ise aktris için şunları söylüyor: “Zooey müthiş bir aktris, ve çok eksantrik bir yanı var. Enerjisi Jim’inkinden bambaşka; bu kimyayı beyaz perdede izlemek çok hoş. Zooey’nin müzik yeteneği de muhteşem. Bu durum bir grubun solisti olan Allison karakterine gerçekçilik kattı”.
“Yes Man/Bay Evet”e evet diyen bir başka kişi de Carl’ın en yakın arkadaşı Peter rolündeki Bradley Cooper’dı. Carl’ın boşandıktan iki yıl sonra bile hayata katılmayı reddetmesi Peter’ı hayal kırıklığına uğratmaktadır.
“Bu iki adamın uzun zamandır arkadaş oldukları hissini yaratmak istedim” diyor Cooper ve ekliyor: “Tabi tüm yakın arkadaşlar, sevdikleri kişilere emek harcarlar. Filmde, Peter, Carl’ın sadece arkadaşı değil, aynı zamanda seyircilerin gözü. Carl’ın gerçekten sıra dışı olan davranış biçiminin ortaya çıkışına tanık oluyor ve bundan keyif alıyor”.
Reed aktör için şunları söylüyor: “Bradley’nin harika bir enerjisi var. Bunu her sahnede ortaya koydu. Jim ile Bradley’yi birlikte izlediğinizde uzun süredir dost olduklarına gerçekten inanıyorsunuz”.
Carl’ın ruhsal değişiminin başlangıç noktası eski bir meslektaşı olan Nick’le (John Michael Higgins) karşılaşmasıdır. Nick, Carl’ı bankanın dışında kıstırdığı sırada Evet yöntemiyle tanıştırır.
“Nick seminerin gurusu Terrence’a hayran; tam anlamıyla onun yardımcısı gibi davranıyor. Hayattaki her şeye evet diyor. Carl başlarda bunu görmüyor, ama gerçekten her şeye evet derseniz, muhtemelen sonunuz Nick gibi bir şey olur; akıl sağlınız tam anlamıyla yerinde olmaz” diyor Higgins şakayla.
Reed ise şunları söylüyor: “Nick oldukça garip bir karakter. Onda biraz tuhaf bir şey var. İnanılmaz derecede coşkulu; ışığı görmüş ve Evet’in Gücü denen şeyi keşfetmiş. Carl’a tanıtım ilanını veriyor ve, ‘Sadece gözündeki bakıştan bile anlıyorum ki buna ihtiyacın var’ diyor. Michael böyle aşırı uçlardaki, kaçık tipleri oynamakta hakikaten çok iyi. Öte yandan, onlara gerçekçilik ve insaniyet de katıyor. Onun Jim’le olan sahnelerini izlemek çok eğlenceliydi. Burada Jim düzgün adamı oynarken, Higgins hafif çatlak bir adamı canlandırdı”.
Carl’ın seminere gelişi en çok Nick’i mutlu eder. Çarçabuk spot ışıklarını ve Evet’in Gücü gurusu Terrence Bundley’nin (Terence Stamp) dikkatini bu şüpheci yeni gelene çevirtir. Terence Stamp canlandırdığı kilit rol için, “Benim karakterim hani şu bildiğiniz, komik gurulardan biri” diyor gülerek ve ekliyor: “İnsanların, ilham vermesi için ona para ödeyecekleri yeni bir bakış açısı bulmuş”.
Reed aktör için, “Terence Stamp çok karizmatik bir adam. O, Terence Stamp. İnanılmaz, derin ve etkileyici bir ses tonu var. İşte bu bile rolün yarısı eder. O çok çekici bir adam. Dolayısıyla karakteri Terrence Bundley, Carl’a hayatındaki tüm yanlışları söylediğinde, Carl, ‘Vay canına, bu adamın özel güçleri falan mı var?’ diye merak ediyor. Bu aşırı derecede sarsıcı bir durum ve anlaşılan Carl’ı çok etkiliyor”.
Carrey deneyimli aktörle çalışmak için özellikle istekliydi. “Terence mükemmel bir aktör; o bir klasik; müthiş bir derinliğe ve geçmişe sahip. Her şeyi bambaşka bir düzeye taşıyacak”.
Carl’ın ortaya çıkan yeni olumluluğundan ilk faydalananlardan biri bankadaki müdürü Norm’dur çünkü Carl’ın sadece işine değil Norm’un sık sık verdiği partilere de daha çok ilgi göstermesinden çok memnundur. Yeni Zelandalı aktör-komedyen Rhys Darby, sinemaya Carl’ın can sıkıcı patronu rolüyle adım atıyor.
“Rhys, Norm rolü için ilk ve tek tercihimdi. Çok ama çok komik biri!” diyor Reed
Carrey ise şunu ekliyor: “Rhys izlenmesi gereken bir oyuncu. İşine kendini çok iyi veriyor. Gözlerinde tıpkı Peter Sellers’da olan o delice bakışlar var ve bunlar filmde çok net görünüyor”.
Darby’nin canlandırdığı karakter, “Harry Potter”ın yapımcısı Heyman için asla unutulmayacak bir şeye dönüşen bir partiye ev sahipliği yapar. “Elbette, kişisel nedenlerden dolayı ‘Harry Potter’ sekansından ayrı bir keyif aldım. Yaklaşım çok içtendi, göz boyama amacı gütmüyordu. Günlük çekimlerde bu sahneleri izlemek beni çok güldürdü”.
Carrey, Harry Potter kıyafet balosunu kendine gülmek için bir fırsat olarak da gördüğünü söylüyor: “Hogwarts’a girmiş David Letterman gibi durdum”.
“Yes Man/Bay Evet”in oyuncu kadrosunda Carl’ın yeni evet anlayışını sömüren, hatta evine yerleşecek kadar ileri giden miskin arkadaşı Rooney rolündeki Danny Masterson; Carl yeni bir sayfa açtığında onu bambaşka bir şekilde görmeye başlayan eski karısı Stephanie rolündeki Molly Sims; ve Carl’ın şehvet düşkünü komşusu Tillie rolündeki Fionnula Flanagan da bulunuyor.
“Çok eğlenceli bir oyuncu kadrosuna sahiptik” diyen Zanuck, şöyle devam ediyor: “Sette ortak bir espri anlayışı vardı. Bunu çok enerji verici buldum. Bay Evet kulübüne evet dediğim için çok memnunum”.
Reed de benzer bir görüş bildiriyor: “Tüm bu inanılmaz oyuncularla çalışmak muhteşem bir deneyimdi. Carl’ın dünyasına olağanüstü bir inandırıcılık ve mizah kattılar”.

“Git kendini köprüden at!”

“Yes Man/Bay Evet” rolünü üstlenmek için Jim Carrey’nin yeni bazı becerilerde ustalaşması gerekiyordu. Carl’ın “evet” dünyasına sıçrama yapması için bunlar gerekliydi. Carrey’nin, daha önce de gitar çalmış olmasına rağmen, farklı türde bir sıçrama yapması gereken bir karakterle birlikte yer aldığı sahnelerde çalacağı şarkıyı saatlerce prova etmesi gerekti. Carrey’nin müzik yeteneği nasıl mı? “Gitar hocam çok teşvik ediciydi. Bana, ‘İyi bir ritim duygun var; kulağın da iyi. Bu işin üzerine gerçekten düşmelisin’ dedi. Ama aktör kendi sınırlarını biliyor. “Yapım sona erdikten sonra bir daha gitara dokunmadım. Dünyada Eric Clapton gibi insanlar varken neden dokunayım ki?” diyor aktör.
Carrey ayrıca Carl’ın dil becerisini hayata geçirebilmek için şive öğretmeni John Song’la Korece çalıştı. Bu konuda şunu söylüyor: “Sonunda başardığımda insanlar çok etkilendiler. Ama dolu dolu 10 haftayı bunun için uğraşarak geçirdim. Yapmak zorunda kaldığım en zorlu işlerden biriydi”.
Yönetmenin yorumu ise farklı: “Jim’le çalışırken, her yeni gün yeni bir macera çünkü hikaye onun pek çok değişik şey yapmasını gerektiriyor: Motosiklete biniyor, Korece öğreniyor, gitar çalıyor, ‘Dance Dance Revolution’ı çalıyor, vücut pateni yapıyor ve bir köprüden bungee-jumping yapıyor! Jim her şeye var; bu filme de çok iyi hazırlandı. Bunlar benim işimi çok kolaylaştırdı”.
Carrey motosiklet binmedeki yeteneğini daha önceki filmlerde göstermişti; özellikle de “Dumb and Dumber”da. “Yes Man/Bay Evet”te ise iki tekerlek üzerindeki marifetini, Ducati motosikletinde sergiledi üstelik hastane elbisesi giymişken.
Gülerek, “Kıskançlıktan çatla, Peter Fonda” diyen Carrey, Los Angeles merkezinde çekilen sahneler için Ducati’nin üzerine atlıyor. “Yeni nesil için yeni bir motosiklet filmi: Ducati!” diyor aktör.
Özel efektler teknisyeni bu sekans için özel makaralar geliştirdi. Sekansta, Carl bir arkadaşının Ducati’sini ödünç alıp, Zooey Deschanel’in canlandırdığı Allison karakterini bulmak için caddelerde hızla ilerliyor. Makaralar ise Carrey’ye kamera arabasının arkasında yol alma, ve azami güvenlik amacıyla dikkatle kontrol edilen manevra ve tehlikeli numaraları yapma olanağı tanıyor.
Motosiklet sahnelerinin bazılarında dublörlük yapan Ernie Vigil, “Filmde, Carl ilk kez bir Ducati motosiklete biniyor. 1100 cc.lik motor hacmi ve tonları bulan torkuyla bu araç tam bir canavar” diyor ve ekliyor: “Jim’i o makaraların üzerinde görmek çok hoştu, ama motosiklete binebildiğini bilmiyordum. Sonra Ducati’nin üzerine atladı, gaza bastı ve trafikte tam bir profesyonel gibi manevralar yapmaya başladı. Harikaydı!”
Filmdeki bir diğer aksiyon sahnesi ise az bilinen bir spor olan vücut patenini içeriyordu. Yönetmen bunun ilhamını kendisine gönderilen bir online videodan aldığını söylüyor: “Bir arkadaşım bana bu klipi gönderdi ve, ‘Çok eğlenceli görünüyor, bir bak istersen!’ dedi. Fransız Jean Yves Blondeau’nun klipiydi. Blondeau kendi tasarladığı ve içine paten tekerlekleri monte edilmiş o çılgın ‘vücut pateni kıyafeti’ içindeydi. Zırhlı asker kıyafeti ile ‘Star Wars’ birliklerinin kıyafetlerinin bir karışımıydı! Jim’e ve yazarlara gösterdim. Hepimiz buna bayıldık. Gerçekten çok eğlenceli ve kinetik bir şey gibi duruyordu”.
Klipte, Blondeau ayakta paten yaparak başlıyor, sonra yüzükoyun yere uzanıyor ve saatte 110 km.ye varan hızla yollarda ilerliyor. Yapımcılar patenciyle temasa geçtiler. Bunun üzerine, Blondeau filmde danışmanlık yapmak ve Carl ile Allison’ın bu sporu öğrenmeye çalıştıkları sahnede Carrey’ye kısmen dublörlük yapmak üzere Fransa’dan Amerika’ya geldi.
Reed, “Blondeau’nun ne kadar hızlı gittiğini kendi gözlerinizle gördüğünüzde inanamıyorsunuz. Kameralarla onu nasıl görüntüleyeceğimiz üzerinde epeyce düşündük çünkü çok hızlı, ve kareye girişi ile çıkışı arasında iki saniye var!”
Malibu’daki Decker Canyon’da sahneyi çekerken, güvenliğin sağlanması için dublör koordinatörü Gary Hymes ile Blondeau oyuncularla yakın bir işbirliği içine girdiler. Ama Deschanel tehlikeli sahneler için erkek oyunculardan biraz daha az hevesliydi.
“Zooey güzel, yetenekli ama vücut pateni kıyafeti giymeye gelince biraz da korkak” diye rol arkadaşına takılan Carrey, şöyle devam ediyor: “Ama bu anlaşılabilir bir şey, kızcağız kanyondan aşağı düşmek istemiyor. Muhtemelen mantıklı bir şey”.
Aktris ise, “Bu uç bir spor” diye belirtiyor ve ekliyor: “Nasıl yapıldığını öğrenmeden önce uzun süre pratik yapmanız gerekir. Benim dublörüm haftalar boyu pratik yaptı. Kaldı ki o bir profesyonel!”
Yapımcılar oyuncuları aksiyon halindeyken güvenli bir şekilde çekebilmek için değirmen makarasını andıran bir düzenek tasarladılar. Bu düzenekle çalışma konusunda, “Gerçekten eğlenceliydi, bir taşıta binmek gibiydi” diyor Deschanel.
Reed ise şu yorumu getiriyor: “Bence Zooey artık farklı bir insan. Bu filmde pek çok korkusunun üstesinden geldi”.
Aşırıya kaçmak derken, hikayenin bir noktasında Carl, Allison’ın canını sıkıyor ve genç kadın mecazi anlamda bir çıkış yapıp: “Git kendini köprüden at” diyor. Bu telkinden hareketle, Carl, Pasadena’daki Colorado Caddesi Köprüsü’nden bungee-jumping yapıyor.
Carrey, yapım süresince, bu sahnede kendi yer almak için stüdyoda kulis yaptı. Bu konuda şunları söylüyor: “Bungee-jumping’i kendim yapmak çünkü filmi ileri götürmek istedim. İzleyicilerin bungee-jumping’i gerçekten Jim Carrey’nin yaptığını, buna gerçekten gönüllü olduğumu görmesini istedim!”
Reed ise, “Jim başlangıçtan itibaren bunu yapmaya gerçekten çok hevesliydi. Hayatta yapılacak şeyler listesinden bungee-jumping’in üzerini çizmek istedi sanırım. Anlaşılabilir bir şekilde, başrol oyuncumuzun bunu yapması konusunda bizim biraz çekincemiz vardı” diyor ve şakayla ekliyor: “en azından bunu filmin ortasında bir yerde yapması konusunda”.
Nihayetinde, yapımcılar Carrey’nin atlayışı kendisinin yapmasına yeşil ışık yaktılar ama çekimin son günü olmak kaydıyla.
“Her şey çok güvenli bir şekilde, dublör koordinatörümüzün ve Bungee America’nın organizasyonuyla yapıldı” diyor Reed ve ekliyor: “Tüm önlemler alınsa da, sonuçta Jim Carrey’yi bir köprüden aşağı atıyorsunuz. Ayrıca, atlayışı kameralarla yakalayabilmek için tek bir şansımız vardı. O yüzden hatasız olması gerekiyordu”.
Yapımcılar bir kere yapılacak atlayışı görüntüleyebilmek için altı kamera kullandılar. Yüksek hızlı bir vinç sisteminden yararlandılar. Bu sistemde bilgisayarlı bir makara ve dijital olarak sabitlenmiş üç akslı bir kamera paneli (buna Libra başlık deniyor) vardı. Ana kamera açısı Carrey’yi aşağı düşerken görüntüledi. İkinci bir Libra başlığı ise köprünün yanına yerleştirilmiş bir başka kamerayı taşıyordu. Bunların haricinde değişik açılara yerleştirilmiş dört kamera daha bulunuyordu. Yapımcılar ve çekim ekibi video monitörlerinin ardına geçtiklerinde, Carrey köprüden kuğu gibi süzüldü.
Atlayıştan sonra, Carrey, “İnanılmazdı, çılgıncaydı! Bayıldım! Bu sabah köprüyü gördükten sonra, ‘Ne yapıyorum ben? Kesinlikle delilik bu’ diye düşünmüştüm. Atlayıştan hemen önce platforma çıkmadan önce başıma nasıl bir dert açtığımın farkında değildim” dedi.
Reed ise gülerek şunları söylüyor: “Jim atlayışı mükemmel bir biçimde yapmakla kalmadı, aksesuar telefonu çıkarıp köprüden aşağı sarkarken, tam zamanında repliklerini söyledi. Öyle bir anda bunu yapabilmek oldukça inanılmaz! Müthiş bir adrenalin patlaması yaşadık! Jim adına, bu, ‘Yes Man/Bay Evet’i tamamlamak için olabilecek en iyi sahneydi€”daha üst düzey bir final olabilir mi?”


“Biraz daha ileride, dostum. Şuradaki tepelerde”.

Yönetmen Peyton Reed filmin geçtiği esas yer olarak kalabalık Los Angeles şehrinin bir yerini düşündü. Burayı, “Televizyon ve sinema dünyasıyla pek ilgisi olmayan çok özel bir bölge” olarak tanımlayan yönetmen, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Filmi Silverlake, Los Feliz ve Echo Park’ın içine ve çevresine kurduk. Buraları sanatçıların ve genç meslek sahiplerinin hoş bir karışım oluşturduğu yerler. Buralara sık sık giderim. Olabildiğince gerçek mekan çekimi yapmak istedim ve ortaya çıkan sonuçtan da son derece memnunum”.
Yapım tasarımcısı Andrew Laws, Reed’in filmdeki Los Angeles vizyonunu çok ilginç bulduğunu ifade ediyor: “Bu gerçek bir Los Angeles hikayesi, ama şehirde bir fantezi dünyası yaratılmak yerine sıradan insanların Los Angeles’ı düşünülmüş. Peyton mekanı karakterlerin gerçekçiliğini pekiştirmek için kullanmayı ve gerek şehre gerek orada yaşayanlara değinen bir hikaye anlatmayı seçti”.
Laws’un favori yerlerinden biri, “gerçek bir bar ve çok hoş bir mekan” olan Bigfoot Lodge’du. “Filmdeki adamların takılması için harika bir mekan oluşturacağını düşündük” diyen Reed oraya bir çok kez gitmiş biri olarak “Yes Man/Bay Evet”te yer almasından mutluluk duydu.
Barın dış mekan çekimleri yapıldıktan sonra, Laws ve ekibi Warner Bros. Stüdyolarının 23 numaralı platosunda Bigfoot Lodge’un içini bire bir hayata geçirdiler. Laws bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Barın içinde çok sayıda çekim yapacaktık. Tüm sahnelerimizi orada çekmenin ya da barı belli bir süreliğine kapatmanın çok zor olacağını biliyorduk. Bu yüzden, barın iç mekanın tamamını platoda inşa ettik ve arkaya da oldukça geniş bir eklenti yaptık. Bigfoot’tan arkadaşlar ziyaretimize geldiklerinde, kendi mekanlarının kopyası olan bir yerde yürümek onlar için gerçeküstü bir deneyim oldu!”
Reed’in şehrin Los Feliz/Silverlake bölgesine duyduğu sevgi başka eğlence mekanlarının da kullanımını gerektirdi. Bunlar arasında Silverlake’in uzun zamandır canlı müzik yapan mekanı Spaceland’de bulunuyordu. Kendi de müzisyen olan Reed, oradaki gruplarla birlikte çalmıştı ve birçok grubu izlemeye gitmişti. Filmde, Allison ve grubu Munchausen By Proxy, Spaceland’de müzik yaparken barda dalgın dalgın oturan Carl da onları izliyor.
“Mekanların birçoğuyla kişisel bağlarımın olması hoşuma gidiyor. Ayrıca, Los Angeles’ın çok görüntülenmemiş bazı yerlerini göstermek ve tanıtmak benim için mutluluk vericiydi” diyen Reed, az bilinen yerleri Hollywood Bowl ve Griffith Park Gözlemevi gibi ikonlaşmış yerlerle birlikte kullandı.
“Bowl harika bir yer; Los Angeles’ın en romantik mekanlarından biri” diyen Reed, Carrey, Deschanel ve film ekibiyle birlikte bu tarihi mekanda iki akşam çekim yaptı. “Gece vakti boşken Hollywood Bowl’a gizlice girme fantezisine karşı koyamadım” diyor yönetmen.
Sonradan anlaşıldı ki bu sahneyi Carrey önermiş. Aktör şu itirafta bulunuyor: “Hollywood Bowl’a gizlice çok girdim. O dönemde 21 yaşlarındaydım ve Comedy Store’da oynuyordum. Bir gece oraya bir kızla birlikte gittim. Bu sahnenin ilhamı o geceden geliyor. Aynı duyguyu tekrar yaşamak çok güzeldi”.
Deschanel ise, “Tamamen boşken Hollywood Bowl’un sahnesinde olmak çok heyecan vericiydi. Benim için yepyeni bir deneyimdi. Birçok insanın asla yapma imkanı bulamayacağı bir şeydi”.
Griffith Park Gözlemevi ise Allison’ın sabahları erken saatte egzersiz yaptığı ve fotoğrafçılık dersi verdiği sahnelerde kullanıldı. Dersler Gözlemevi’nin bilindik kubbesinin gölgesinde yapılıyor. Allison ve diğer koşucular koşarken sahneleri görüntülemeye çalışıyorlar. Önemli bir sahnede, Carl erkek arkadaşlarıyla sabahladığı bir gecenin ardından Allison’la buluşmaya geliyor. Red Bull’un üzerine atlayan Carl genç kadına rahat vermiyor ve soluksuz bir şekilde onu lafa tutuyor. Bu durum Allison ve öğrencilerini eğlendiriyor.
Hollywood Boulevard ve Highland Avenue yakınlarındaki Renaissance Hotel’de yer alan büyük balo salonu, Terrence Bundley’nin kendi kendine-yardım seminerini verdiği salona dönüştürüldü. Seminerde Carl, Nick ve 800 figüran koro halinde “Evet!” diyorlar.
Kalabalık sahneler bununla sınırlı değildi. Filmin bir noktasında, Carl ile Allison, Nebraska’ya gidip Nebraska Üniversitesi’nin futbol maçına gidiyorlar. “Yes Man/Bay Evet” sahneleri Nebraska Üniversitesi Lincoln’s Memorial Stadyumu’nda, 84.000’i aşkın Nebraska taraftarının önünde çekildi. Los Angeles’a dönüşte, yapımcılar sahnenin ilintili bölümlerini Carrey, Deschanel ve 700 figüranla birlikte Los Angeles Memorial Coliseum’da çektiler. Gerek oyuncular gerek çekim ekibinin üyeleri mağarayı andıran bu tarihi arenaya adım attıklarında huşu duydular ve ünlü sahada top atmaktan kendilerini alamadılar. Hatta Carrey birkaç şut da çekti.


“Bu gece rock müzikle coşmaya ne dersin?”

Müzik “Yes Man/Bay Evet”te kilit bir rol oynuyor, tıpkı tüm Peyton Reed filmlerinde olduğu gibi. “Müziği çok severim ve özünde müzik olan pek çok film yaptım. ‘Bring It On’ ve ‘Down With Love’ı tamamladıktan sonra, insanlar bu filmlerin müzikal olmadıkları halde tuhaf bir biçimde müzikal olduklarını söylediler” diyor Reed ve ekliyor: “Bu filmde de gerek Carl’ın gitar çalmayı öğrenmesi, gerek Allison’ın bir grupta yer alması gibi pek çok müzik öğesi mevcut. Bu yapımın içeriği çok farklı bazı müziksel düşünceleri irdelememe izin verdi ki bu benim için her zaman eğlencelidir”.
Oyunculuğun yanı sıra başarılı bir şarkıcı ve şarkı yazarı olan Zooey Deschanel, yapımın müzik amiri Jonathan Karp’ın film için seçtiği San Franciscolu müzik grubu Von Iva’yla seve seve işbirliği yaptı. Karp bunu şöyle aktarıyor: “Von Iva’nın CD’sini tesadüfen görmüş ve müthiş yetenekli bir grup olduklarını keşfetmiştim. Filmimizde görev almaya çok sıcak baktılar. Bunun üzerine Zooey’yle Von Iva’nın kızları Becky, Kelly ve Jillian’ı prova için bir haftalığına araya getirdik, ardından da onları kayıt stüdyosuna soktuk. Bu süreç içerisinde, gerçekten çok yakınlaştılar ve filmdeki küçük sıkı fıkı gruba dönüştüler”.
Deschanel grubun şarkılarının sözleri için Von Iva üyeleri, yönetmen Peyton Reed ve Karp’la birlikte çalıştı. Hikayede, Allison’ın kişisel draması çok özel bir isme sahip Munchausen By Proxy grubuyla birlikte söylediği şarkılarda buram buram hissediliyor. “Provalar sırasında, tüm şarkıları ve sözleri yazdık. Ayrıca, birbirimizle kaynaşırken çok eğlendik” diyor Deschanel ve ekliyor: “Yaratıcı sürecin bir parçası olmak eğlenceliydi. Performans sahnelerinin çekiminde de, çekim ekibinin bizimle birlikte şarkıları mırıldandığını görmek çok hoştu”.
Karp ise şunları söylüyor: “Zooey’yi Allison’ı oynaması çok iyi oldu. Role çok şey kattı. Zooey deneyimli, muhteşem bir şarkıcı ve müthiş bir söz yazarı. O komik sözler için gerçekten büyük bir alkışı hak ediyor”.
Reed için filmin müziği de aynı derecede önemliydi. “Eels grubunun çok büyük hayranıyım. Eels’ın lideri E adında biri. Hepimiz filmin müziklerini yapması için onu ikna etmenin zor olabileceğini düşündük. Oysa o, filmi izledi ve sanırım öncelikle iki şey hoşuna gitti: Filmin sıradan semtlerde geçmesi; ve dünyası sonradan açılan oldukça kendine dönük ve bunalımda bir adamı konu alması. E’nin yazdığı bütün şarkıların gerçekten ana teması bu. Sanırım bu yüzden hikayeye büyük yakınlık duydu ve filmin müziğini yazmayı kabul etti” diyor yönetmen.
Gerçek adı Mark Oliver Everett olan E, müziğin yapımında besteci Lyle Workman’la birlikte çalıştı. Reed bu konuda, “E ve Lyle, Eels’ın mevcut şarkılarından bazılarının enstrümantal bölümlerini kullandılar. Sonra bunlara uygun olabilecek yeni partisyonlar da yazdılar. Bence bütününde müziğin filmin duygusuna ve Los Angeles’ın o bölgelerinden bir esinti oluşmasına katkısı büyük”.


“Evimde küçük bir parti veriyorum €“ Komik Şapka ve/veya Peruk Partisi olacak”.

Allison’ın grup üyelerinin egzotik kıyafetlerini tasarlamak kostüm tasarımcısı Mark Bridges’ın önündeki sayısız zorluktan sadece biriydi. Tasarımcı, Munchausen By Proxy’nin filmde giydiği benzersiz ve göz alıcı kıyafetleri yaratırken Zooey Deschanel’le birlikte çalıştı.
“Zooey ve Von Iva’yı provaları sırasında izlemeye gittim. Buradan yola çıkarak, tarzlarının ve hareket ediş biçimlerinin seksi ama sıradışı dönem kıyafetleri gerektirdiğini düşündüm. Belki 20 yıldır yapılmayan türde kıyafetler olmalıydı. Dolayısıyla, 80’lerinin punk’ını 18. yüzyılla buluşturduk” diyor Bridges gülerek ve ekliyor: “Bir gösteride kullanılmış gibi görünen parçalar hazırladık ve temaya göre seçimler yaptık”.
Bridges, ayrıca, Carl’ın patronu Norm’un temalı partileri için kıyafetler hazırlarken de çok eğlendiğini söylüyor: “Filmin en ilginç yanlarından biri Norm’un partileri için kıyafet hazırlamaktı”. Harry Potter partisiyle ilgili olarak, Bridges şunların altını çiziyor: “Kostümlerin amatör işi gibi görünmesini sağlamalıydık. Filmlere meraklı insanların kendilerinin tasarlayacağı türden kıyafetler olmalıydılar. Bu yüzden, ikinci el mağazalardan alınma, gerçek ve kullanılmış görünen kıyafetler kullandık. Mezuniyet cüppeleri, birkaç lisanslı ürün, göz bandı ve her karakteri farklı kılan bazı ayrıntılardan yararlandık”.
Bridges ve ekibi Norm’un “300 Spartalı” partisi için de kostümlerin ev yapımı gibi görünmesi amacıyla çaba harcadılar. Bu konuda, “Filmdeki ikonlaşmış kostümleri seçip, onları en zavallı şekilde kopya etmeye çalıştık” diyor Bridges ve ekliyor: “Örneğin, çok sayıda piercing’i olan yarı çıplak bir konuk için boğazını sıkıca saran bir aksesuar ve yapıştırma hızma kullandık”.

Evet artık yeni Hayır

“Yes Man/Bay Evet”in özü ve mizahı rutin bir hayat yaşayan sıradan bir adam olan Carl’ın evet diyerek yepyeni bir olasılıklar dünyasının kapısını açma serüveninde yatıyor.
David Heyman şunu belirtiyor: “Dünya ne yazık ki ‘Bay Hayır’larla dolu. Oysa daha çok ‘Bay Evet’ olduğumda hayatın bana iyi davrandığını hissediyorum. Sinema sektöründe yer almak istedim ve 4.000 km. kat edip New York’a taşındım, sonra da 4.000 km. daha kat edip Londra’ya geldim. Delilikti ama benim açımdan işe yaradı”.
Zanuck’un bu konudaki yorumu ise şöyle: “Buradaki ana fikir kişinin yaşamıyla ilgili riskler alması gerektiği. Her şeye hayır dediğinizde, kapıları kapadığınızda, fırsat ayağınıza gelmez. Umarım izleyiciler bu hakikaten komik filmden zevk aldıkları gibi, ardında yatan mesajı da alırlar”.
“Ön yapım ve yazım aşamasında çeşitli zamanlarda, ‘Her şeye evet diyeceğiz’ diye karar verdiğimiz zamanlar oldu” diyen Peyton Reed ise şöyle devam ediyor: “Gerçekten de, biraz daha açık bir insan olduğunuzda, tuhaf bir şekilde kendinizi harika hissediyorsunuz. Filmi yaşayan garip biri gibi görünmek istemem ama film gerçekten hepimizin yaklaşımını etkiledi. Farklı deneyimlere biraz daha açık olmayı konu alıyor filmimiz”.
Carrey’nin son yorumu ise şöyle: “Bazı ˜evet’ anlarım oldu. Birçok kez de, ˜Nasıl oldu da buna evet dedim?’ diye düşündüm. Ama nihayetinde ‘Yaşam böyle bir şey, dostum’ diyorsunuz”.

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (16. hafta):
Nûfer (2024) Çılgın Yolculuk - Lahazat Lazeeza (2024) Kimsesiz (2024) Bulanık (2024) Robot Düşleri - Robot Dreams (2024) Meraklı Kedinin 10 Yaşamı - 10 Lives (2024) Aşk Filmi (2024) Arap Kadri (2024) Dali'yi Beklerken (2024) Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 1 (2024) Demon Slayer - To the Hashira Training (2024) Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 - Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2 (2024) Tutsak Abigail - Abigail (2024) İç Savaş - Civil War (2024)
Arşivden Seçkiler:
Görünmeyen (2011) Timbuktu (2015) Aşk Treni - Chennai Express (2014) Yakışıklı Rocky - Rocky Handsome (2016) İnce Buz Kara Kömür - Black Coal Thin Ice (2014) Ceviz Ağacı - Silenced Tree (2022)

Leave a comment