Kumsal
Her yıl kendilerine yeni yazlık cennetler keşfeden genç seyyahların efsanesi: Kumsal. Bangkok’ta kaldığı pansiyonda tanıştığı ilk kişi bileklerini kesmeden önce Richard’a bu efsanevi cennetin haritasını bırakır. Tanıştığı Fransız genç çiftle cennete doğru yola koyulduklarında ne bulacağını da kime dönüşeceğini de hayal bile edemezlerdi. Gençliğin merakı ve enerjisi, Tayland adalarının dehşetli güzelliğiyle birleşince, artık namı tüm dünyaya yayılmış Kumsal’da ürpertici bir güzelliği kâbuslara nakşediyor.
“Bir kült klasiğin her özelliği mevcut.” – Nick Hornby
“Sineklerin Tanrısı ile Büyücü bu romanın köklerinde saklanıyor, ama Garland onları dehşet biçimde yepyeni bir şeye büyük bir cakayla dönüştürüyor.”
— Mail on Sunday
“Çılgıncasına zeki bir ilk roman… Pek çok eski kuşaktan yazarın ancak hayal edebileceği türden hız ve kolaylıkla ilerleyen bir kitap.” — Washington Post
Trainspotting filminin Oscarlı yönetmeni Danny Boyle’un, başrolünde Leonardo DiCaprio’nun yer aldığı, Kumsal filminin romanı… 28 Gün Sonra ve Beni Asla Bırakma filmlerinin senaristi, Ex-Machina ve Annihilation filmlerinin yönetmeni, bir süreliğine X Kuşağı’nın sözcüsü görülen Alex Garland’dan, esrik arayışlar ve cennet ütopyaları peşindeki sırt çantalı bir kuşağın kült yapıtı…
Çevirmen: Sibel Hacıoğlu
Olağanüstü Bir Gece
“Zweig yazarların en olgunu; medeni, zarif, fakat asla usanmış veya alaycı olmayan; realist olmasına rağmen empati ihtimaline –zorunluluğuna– inanan biri.” — INDEPENDENT
Varlıklı ve saygın bir aileden gelen Baron R., sıradan ve kusursuz bir hayat yaşıyormuş gibi görünse de bu kusursuzluğun ardında bastırılmış bir huzursuzluk ve tutku eksikliği yatar. Bir pazar günü at yarışlarında yaşadığı heyecan ve küçük bir kumar oynama macerası, Baron’un hayatını sonsuza dek değiştirecek bir gecenin başlangıcı olur.
Gece ilerledikçe Baron, kendini Viyana’nın karanlık ve gizemli sokaklarında, toplumun dışlanmışlarıyla birlikte bulur. Bu olağanüstü gece, Baron’un bastırılmış duygularını açığa çıkaracak ve onu beklenmedik bir tutku ve özgürlük sarhoşluğuna sürükleyecektir.
Stefan Zweig’ın zarif ve etkileyici üslubuyla kaleme aldığı bu eser, okurlarını sıradanlıktan kaçışın ve tutkulu bir yaşamın peşinden gitmenin heyecanına ortak edecek.
Çevirmen: Zeynep Sel
Melankolik Cinler Kılavuzu
Genç akademisyen Ada, bir gün posta kutusunda gizemli bir mektup bulur. Mektuptan çıkan eski bir Boğaz haritası, onu Kuzguncuk’taki metruk bir köşke yönlendirecektir.
Merakını dizginleyemeyen Ada, bir zamanlar bir kadın kütüphanesi barındırdığına inanılan bu tozpembe köşkün tarihini eşeledikçe, kendisini insanların cinlere, cinlerin perilere, perilerin de rüyalara karıştığı efsunlu bir hikâyenin içinde bulur. Uzun koridorlarında asırlık falcıların hatıratlarının, denizlerden çıkıp gelen ansiklopedilerin, kadim seyahatnamelerin, rüya ve büyü kitaplarının elden ele dolaştığı, küf kokan odalarında egzotik kuşların uçuştuğu Pembe Köşk sırlarını fısıldamaya başlamıştır artık bir kere!
Melankolik Cinler Kılavuzu, garip tesadüflerin birbirini kovaladığı masalsı bir macera davetiyesi…
“Hülasaten, sevgili ve sabırlı okur, bu sayfalar içinde denizli ormanlı koca bir dünyayı keşfedecek ve bu dünyanın içinden bir daha asla çıkmak istemeyeceksiniz.”
Sen Benim Babam Değilsin
“Feriha kendisini kırk yaşından da yaşlı hissediyordu. O, belki yaşanması asırları bulacak olayları kısa seneler içinde yaşamış bir neslin çocuğu olduğu için kendisini bu kadar eskimiş ve bu kadar ihtiyarlamış buluyordu. İçinde duyduğu şey bezginlik miydi, yoksa olgunluğun, tekâmülün verdiği bir ağırbaşlılık mı? Bunu tahlil edemiyordu ama muhakkak ki kendisini öteki insanların üstünde değilse bile onlardan farklı görüyordu.”
Suat Derviş’in bu kitapta yer alan iki uzun öyküsü, “Sen Benim Babam Değilsin” ve “Baba-Oğul”, 1936 ve 1938 yıllarında kaleme alınmış. İkisi de merkezinde aşkın yer aldığı hikâyeler anlatıyor. Arka planlarında ise olayların ve karakterlerin kaderlerinin şekillenmesinde Milli Mücadele’nin önemli bir rolü var. Derviş bir yandan çok bilinmezli, çözülmesi zor aşk denklemleri kuruyor, bir yandan da zamanın ruhunu, bir milletin mukadderatını değiştiren olayları metinlerinde ustaca yansıtıyor.
Şeniz Baş ise “Sen Benim Babam Değilsin’in İzinde: Ana Babalığın Yitimi” başlıklı yazısında, eserleri bir yanıyla her zaman birer aile öyküsü içeren Suat Derviş’in bu uzun öyküde toplumun aileye atfettiği değerleri ve analık babalık hukukunun getirdiği hakları nasıl göz ardı ettiğini, karakterlerini kendilerinin ve birbirlerinin bakış açılarından göstererek onlar hakkındaki kararı okurun inisiyatifine nasıl bıraktığını ortaya koyuyor.
Yel Yepelek
“Yer mavi. Göğmavi. Su mavi. Neredeyse tüm renklerin maviden doğduğuna iman edecek kadar. Çokmavi. ‘Bu gök deniz nerede var?’ Nerede olacak maviden başka? Başlangıçta her şey maviymiş, yavaş yavaş ayrılmışlar birbirlerinden. Mavinin birazı yerde kalmış, birazını su almış, birazı da göğe varmış. Gökten üç elma düştü. Maviden de üç kardeş: Yerkardeş, sukardeş, göğkardeş.”
Su; hayatın başlangıcı, varlığın özü. Sırtında gemileri, iskeleleri taşıyan; maviyle soluyanları karnında büyüten bir dişi ruh. Kimi zaman rüyaların fısıldandığı bir sığınak, kimi zaman gidenin arkasından dökülen bir eşlikçi. Tükenmeyen, tazelenen ve tazeleyen bir şifacı.
Haydar Ergülen, okura bir yol alfabesi sunduğu Yayan Yapıldak’tan sonra bu kez suyun izinden düşüyor harflerin peşine. Yel Yepelek’te denizlere, gemilere, limanlara ve elbette su edebiyatına dair eski sözcükleri hatırlatıp yenilerini yaratıyor o tanıdık şiirsel üslubuyla.