Amerikalı Prometheus: J. Robert Oppenheimer’ın Başarı ve Acı Dolu Öyküsü
CHRISTOPHER NOLAN’IN OPPENHEIMER FİLMİNE İLHAM VEREN ESER
2006 Pulitzer Biyografi Ödülü Kazananı
2005 National Book Critics Circle Biyografi Ödülü Kazananı
Bilim uğruna güneşin ateşini insanlara veren adamın hikâyesi.
Amerikalı Prometheus, atom bombasının babası olarak kabul edilen parlak ve karizmatik fizikçi J. Robert Oppenheimer’ın ilk tam kapsamlı biyografisi.
Günümüzde hâlâ önemli bir konu olan, atomik maddelerin uluslararası örgütler tarafından kontrol edilmesine dair bir teklif kaleme alan Oppenheimer, hidrojen bombasına karşı çıktığı gibi Hava Kuvvetleri’nin nükleer savaş planlarını hep eleştirdi. Atom karşıtı bu tür çıkışları yüzünden, 1950’lerin şimdilerde çoktan unutulmuş çalkantılı döneminde Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Lewis Strauss, süper bombanın en büyük savunucusu Edward Teller ve FBI Direktörü J. Edgar Hoover’ın hep hedefinde oldu. ABD’nin nükleer sırları konusunda kendisine güvenilemeyeceği söylendi.
Christopher Nolan tarafından sinemaya uyarlanan Pulitzer ödüllü bu eser Oppenheimer’ın hayatını ve yaşadığı dönemi en ince ayrıntısına kadar irdeliyor. Amerika’daki ve yurtdışındaki arşivlerden, FBI kayıtlarından, Oppenheimer’ın dostları, ailesi ve meslektaşlarıyla yapılan söyleşilerden hareketle ortaya çıkarılan bu kitap oldukça yorucu bir araştırmanın ürünü.
“Bilim ve hükümetler arasında karmaşık bir ilişki vardır ve bu ilişki daha önce hiç Oppenheimer’ın hikâyesindeki kadar açık şekilde gözler önüne serilmemiştir.” – Christopher Nolan
Çevirmen: Uğur Gülsün
Soytarı Çiçekleri
“Önceki gece Tamotogaura’da bir çifte intihar yaşanmış, bir adam ile kadın birlikte denize atlamıştı. Adam avdan dönen bir balıkçı teknesi tarafından denizden çıkarılmıştı ve yaşıyordu. Gelgelelim kadının bedeni bulunamamıştı.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai otobiyografik öğeler taşıyan Soytarı Çiçekleri’ni ikinci intihar denemesinden sonra, 1935 yılında yayımladı.
Dazai’nin yer yer dördüncü duvarı yıkarak okura birebir seslendiği kısa roman, yazarın İnsanlığımı Yitirirken’in baş karakteri Yozo Oba’yla ilgili kaleme aldığı ilk eser.
Yozo Oba, sevgilisi Sono’yla birlikte Kamakura’da denize atlayarak intihar eder. Sevgilisi ölür, Yozo ise balıkçılar tarafından kurtarılır ve deniz kenarındaki bir sanatoryuma yatırılır. Vaktini diğer hastalarla, ziyarete gelen dostlarıyla ve hemşiresiyle geçirirken herkes Yozo için neşeli, hatta soytarıca bir atmosfer yaratmaya çalışır. Yozo ise hatalarla dolu geçmişini, Sono’yu ve umutsuz geleceğini düşünmektedir.
Çevirmen: Zeynep Ebru Okyar
Batan Güneş
“Daha önce tatmadığım bir korku tarafından ele geçirilmiştim. Aşk acısı denen şeyin bir parçası mıydı bu da? Issızlığın ortasında dikilirken güneş batmıştı ve gecenin çiyi üstüme yağarken ölmekten başka çarem yokmuş gibi hissettim.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’nin savaş sonrası manevi bağları kopmuş bir Japonya’yı arka planına yerleştirdiği romanı Batan Güneş yayımlanır yayımlanmaz sansasyon yarattı. Dazai’nin şair sevgilisi Şizuko Ota’yla yaşadıklarından ve onun günlüklerinden faydalanarak kaleme aldığı roman, küçük bir ailenin adım adım yıkıma nasıl gittiğini gözler önüne seriyor.
Bir zamanlar zengin olan aristokrat bir ailenin 29 yaşındaki kızı Kazuko ve annesi, Tokyo’daki lüks evlerini satıp İzu Yarımadası’ndaki bir evde kıt kanaat yaşamaya çalışırlar. Ancak kırılgan bir dengeye oturmuş hayatları, Kazuko’nun İkinci Dünya Savaşı’nda kaybolmuş erkek kardeşi Naoci’nin dönüşüyle altüst olur. Annesinin sağlığı giderek kötüleşir ve tüm paraları Naoci’nin Tokyo gezilerinde çarçur olurken Kazuko da gönlünü alkolik bir yazara kaptıracak ve başına gelenler topluma karşı hissettiği yabancılaşmayı giderek derinleştirecektir.
Çevirmen: M. Sinan Dündar
Koş Melos!
“Bu akşam ben öldürüleceğim. Ölümüme koşuyorum. Yerime geçen dostumu kurtarmak için koşuyorum. Bu kralın zalimliklerine ve düzenbazlığına son vermek için koşuyorum.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’nin birbirine uzak zamanlarda kaleme aldığı üç öyküyü bir araya getiren Koş Melos! yazarın farklı yönlerini okura sunuyor.
Kitaba ismini veren “Koş Melos!” öyküsünde zalim Kral Dionysus, Melos’u haksız bir şekilde idama mahkûm eder. Kız kardeşinin düğününe gitmek için kraldan izin alan dürüst Melos üç gün içinde dönmeyi başaramazsa dostu Selinintius idam edilecektir. “Günün İlk Işıkları”nda alkolik bir aile babası,
eşi ve iki çocuğuyla birlikte Amerikan bombardımanından kurtulmaya ve yeni bir hayat kurmaya çalışır. Son öykü “Villon’un Karısı”nda ise borç içindeki bir yazar ile eşi İkinci Dünya Savaşı sırasında gündelik yaşamlarını sürdürme mücadelesi verirler.
Çevirmen: Edanur Adalıoğlu Şen
Hilal 1. Kitap / İçimdeki Şeytan
“Geçimsiz, edepsiz, hafif nevropat, ıslah olmaz sosyopat Hilal. ‘O’ sınıfın en güzel kızı. Masum bir bedenin altına gizlenmiş şeytani yaratık.”
Peki onunla tanışmaya hazır mısınız?
Başına buyruk, dik kafalı, günlerini okulu asıp hayatın tadını çıkararak geçirmek isteyen Hilal’in büyük bir sorunu var. Kontrolcü annesinden tutun da hapishaneden bozma lisesindeki öğretmenleri ve her sokağın köşesine konuşlanmış türlü türlü psikopat karaktere kadar herkes O’nun bu serseri ruhunu kısıtlamak istiyor. Yine de Hilal hayatını istediği gibi yaşamaya kararlı ve kimsenin yoluna çıkmasına izin vermeye niyeti yok. Kendisine körkütük âşık Şeytan’ın bile. Siz siz olun, Hilal’e bulaşmayın. Bulaşırsanız da başınıza geleceklerden siz sorumlusunuz.
Usta çizer Kenan Yarar’ın kültleşmiş çizgi roman serisi Hilal’in bu ilk cildinde Hilal’in erken dönem hikâyeleri yeniden bir araya getiriliyor. Yarar, yeni edisyona özel yazdığı giriş yazısında Hilal maceralarının nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Bizzat çizeri tarafından tekrar elden geçirilen, yenilenen, renklendirilen bu hikâyelere ek olarak Hilal’in ilk dönem orijinal dergi sayfaları ile taslak ve çizimleri de ilk kez okurların beğenisine sunuluyor.
Hilal 2. Kitap / Okuldaki Zebani
“Ve Tanrı Hilal’i yarattı…”
Serinin ikinci kitabı olan Okuldaki Zebani, başkahramanımız için yeni bir başlangıç aslında. Ama ne olursa olsun, Hilal’in hayatında değişmeyen şeyler de var. Mülayim babasının dizginleyemediği despot annesi hâlâ Hilal’in en belalı gardiyanı. Hapishaneden bozma lisesi artık eskisinden daha karanlık ve ürkütücü. Üstüne üstlük, her köşede başına yeni yeni belalar açan psikopatların sayısı da gittikçe artıyor. Bunlara bir de Hilal’e körkütük âşık Şeytan’ı da eklerseniz işler iyice sarpa sarıyor. Siz yine de O’nu hafife almayın. Ne de olsa Hilal, Şeytan’ın bile dize getiremediği cehennem kaçkını bir zebani!
Usta çizer Kenan Yarar’ın kültleşmiş çizgi roman serisi Hilal’in bu yenilenmiş ikinci cildinde L-Manyak ve Lombak dergilerine çizdiği maceralar bir araya geliyor. Her bir sayfasının çizer tarafından ilmek ilmek tekrar elden geçirildiği bu yeni edisyona yeni renklendirmeler ile düzenlemeler ve Hilal’e ait sırlar barındıran bir de önsöz eşlik ediyor.
Derin Merhamet
Meriç, bazen durgunlaşıp bazen hırçınlaşan bir tuhaf adam. İçine aldığı her şeyi boğmak istiyor o. Akıntısında, sürekli başka biri olmak istese de kim olduğunu bilmenin öfkesi… Dibinde, yerinde durmayan ağır mı ağır taşlar… Adını aldığı nehir hayatı, o ise ölümü taşıyor denizlere.
Selim Erdoğan, yeni romanı Derin Merhamet’te okuru kolay kolay unutulmayacak bir karakterle tanıştırırken, insan psikolojisinin karanlık dehlizlerine indirip yolunu kaybettiriyor. Edebiyatımızda örneğine pek rastlanmayan bir seri katil hikâyesi anlatan Derin Merhamet, uzun süre size eşlik edecek bir roman.
“Koridordaki çantasını alıp evin karanlık odasına, karanlık cennetine girdi. Tavandaki spotların ikisi yan duvarı, ikisi raflı duvarı aydınlatıyordu.
Eli, raflardaki tekli ayakkabılar, kırmızı bir kemer, camı çatlak bir cep telefonu, kızıl saçlı bir oyuncak bebek, pembe kayışlı ucuz bir kol saati, yeşil çerçeveli bir çocuk gözlüğü üzerinde dolaştı. Çantasından mavili beyazlı yıpranmış
spor ayakkabısını çıkardı. Burnundan öperek diğer ayakkabıların arasına yerleştirdi. İki adım geriye çekilerek seyretti. Dünyanın en nadide koleksiyonu buydu işte. Her bir parça, pek çok insanın varlığından bile haberdar olmadığı bir haz düzeyinin üç boyutlu fotoğrafıydı. Her bir obje kendi kontrolünde sona eren hayatların ruhlarının hapsedildiği, bu yüzden pırıltılı, canlı muhteşem heykeller, taparcasına sevdiği sevgilileri, evrenin ona hediyeleriydi. Bu karanlık oda, ödüllendirmede cömert ve hızlı bir Tanrı’ya ibadet edilen tek kişilik bir dinin tapınağıydı.”