Tatlısu

Nijeryalı bir ailenin çocuğu olan Akwaeke Emezi hem gençlere hem de yetişkinlere yönelik eserleriyle Ulusal Kitap Vakfı tarafından 35 yaş altı 5 yazar arasında gösterildi, romanları birçok saygın ödülde finale kaldı.
On üç dile çevrilen, Amazon ve New York Times tarafından yayımlandığı yılın en iyi eserleri arasında sayılan Tatlısu ise Otherwise ve Ilube Nommo Ödülü’nü kazandı.

Ada’nın içinde birbiriyle çatışan birden fazla ruh var. Ailesi ise çocuklarının bu durumuyla nasıl başa çıkacaklar, bilmiyorlar. Zaman geçiyor ve artık Amerika’da üniversite öğrencisi olan Ada’nın içindeki sesler, bir saldırı sonucu gittikçe güçleniyor ve onu korumaya başlıyor. Hatta öyle güçleniyorlar ki Ada geriye çekilirken onlar öne çıkıp hayatı kendileri yaşıyorlar. Daha tehlikeli, daha coşkulu ve belki de daha hakiki bir hayatı.

Akwaeke Emezi’nin yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı, tek bedendeki farklı kişiliklerin ağzından anlatılan Tatlısu kimlik ve varoluşun yılankavi izlerini takip eden yakıcı bir roman.

“Bu romanı okumalarını herkese ısrarla tavsiye ediyorum.”
– Sophie Mackintosh

“Bu kitap bir cinsiyet disrofisi çalışması da aynı zamanda – ama tam anlamıyla yanlış cinsiyetlendirilmenin değil, fiziksel bir biçim içine mahkûm olmanın, kategorilerden kaçınabilmeni sağlayan o hayaletimsi yeteneği kaybetmenin acısını anlatıyor.” – New Yorker

2019 The Otherwise Ödülü Kazananı
2019 PEN / Hemingway Ödülü Finalisti

Çevirmen: Püren Özgören

Şener Büyüktürk’ün Sergüzeşti

Yusuf Kâmil Şener Divan edebiyatı uzmanı bir Türkolog ve akademisyen,
Şener Büyüktürk ise onun gazetedeki yazılarında kullanmak istediği ancak patronunun fazla iddialı bulması nedeniyle uzun süre kullanamadığı mahlasıdır. Yusuf bu takma adı ilk defa romanı Ayşe ile Mihail aynı gazetede tefrika edilirken kullanır. Tıpkı mahlası gibi değindiği konu itibarıyla da oldukça sansasyona açık bu tarihsel roman, 1680’de, İstanbul’da, zina ettiği gerekçesiyle taşlanarak öldürülen bir kadının gerçek hikâyesi üzerine kuruludur. Evli bir adam olan Yusuf bu romanın yazım sürecinde öğrencisi Aleko ile aşk yaşamaya başlar. Hem romanının hem de bu ilişkinin onu sürükleyeceği atmosfer, en az memleketin toplumsal iklimi kadar çatışmalı ve çetrefil olacaktır.

İhsan Çankaya ilk romanı Şener Büyüktürk’ün Sergüzeşti’nde 1950’lerin İstanbul’unu bu yasak ilişkiye dekor olmaktan öteye geçirerek ele alırken, tarihsel kişileri karakterler aracılığıyla karşımıza çıkarıyor. Hem dönemin toplumsal olaylarına tanıklık etme fırsatı, hem de nitelikli bir edebiyat okuması vadeden roman, ağır muhtevasını yazarın mizahi yetkinliğiyle dengelemeyi başarmış, iddialı bir eser.

Vatan Yahut Silistre

“Hani tahammül edecektin? Hani ağlamayacaktın? Biraz gülmez misin?
Gül yüzün tebessümden ayrıldıkça, baygın gözlerinden daha mahzun duruyor. Mertçe veda buysa âşıkça olanını Allah kimseye göstermesin. Gayret…
Biraz gayret edelim. Seni Allah’ın birliğine emanet ettim. Vatanın için duayı unutma. İşte… İşte… Ben gidiyorum… Ben gidiyorum…
Gidiyorum. Gidiyorum. Yaşasın vatan!”

Yurtseverlik ve millet gibi kavramların Türk düşünce hayatına girmesine büyük katkısı olan ve “Vatan Şairi” olarak tarihe geçen Namık Kemal, ölümsüz eseri Vatan Yahut Silistre’nin sahnelenmesinin ardından Mağusa’ya sürgüne gönderildi. Ayrıca gazetesi İbret de kapatılan yazar her ne kadar devlet tarafından mimlense de halkın sevgisini ve ilgisini arkasına alıp bu romantik tiyatro eseriyle milli bilince o güne kadar hiçbir yazarın yapmadığı kadar katkıda bulundu.

İslam Bey, Ruslar tarafından kuşatılan Silistre Kalesi’nde ülkesini savunmak
için gönüllü olarak harbe gider. Ancak bu kararı verirken zorlanır zira sevdiği kadın Zekiye’yi gözleri yaşlı, arkasında bırakır. Bu hasrete dayanamayacağına karar veren Zekiye de erkek kılığına girip cephenin yolunu tutar. Vatan aşkının yanında kendi aşklarına da tutunan iki genç, hem zafer hem de kaderin ne anlama geldiğini burada anlayacaklardır.

Vatan Yahut Silistre, Batılılaşmaya başlayan Türk tiyatrosunun en önemli öncülerinden.

Efsuncu Baba

“Efendi Baba, cisimden ruha girmek, ruhtan tekrar kalıba oturmak, göze görünmek, görünmemek, şeytan olmak, insan olmak böyle laflardan biz hiçbir şey ağnamayız. İnsan dayima göze görünür. Geberirse gömülür. Bir de ruh vardır diyorlarsa insan mefat olunca bu da mezarda oturur? Nereye gider? Bilmiyoruz. Fakat lafı uzatmayalım.”

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1924 yılında kaleme aldığı Efsuncu Baba, yazarın üzerinde durmayı sevdiği temalardan batıl inancın komedisini ele alan bir
başka hikâyesi. 1950 yılında, Yeşilçam’ın duayenlerinden Nubar Terziyan’ın
ilk rol aldığı film olma niteliğine sahip bir sinema uyarlaması da yapılan
Efsuncu Baba, Gürpınar’ın kısa eserlerinden olmasına karşın karakterleri ve macerasıyla heybetli bir hazine.

Agop ile Kirkor, attığı her adıma, her hareketine kendince bazı inançlarına göre karar veren Ebulfazl Enveri Efendi ile karşılaştıklarında Binbirdirek’te iplik eğirmekte, şarkılar söylemektedirler. Daha sonra Efsuncu Baba diye hitap edecekleri bu tedirgin adam ise eline geçen gizemli bir kitaptan varlığını öğrendiği büyük bir definenin, içi ganimet dolu bir altın buzağının peşindedir. Tek ihtiyacıysa ona yardım edecek iki melektir. Yoksa aradığı yardım Agop ile Kirkor’dan mı gelecektir?

Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Efsuncu Baba, tılsımına kapılmak isteyeceğiniz bir sergüzeşt, mavrası pek kuvvetli bir klasik.

Gulyabani

“Şimdi artık mehtabın yardımıyla görünüşünü bütün ayrıntılarıyla seçebiliyordum. Kazan büyüklüğünde bir baş… Üzerinde o korkutucu büyüklüğe uygun beyaz sarıklı bir kavuk… Birer lombar deliği zannedilecek bir çift müthiş göz… Ortası tümsek, yarım endaze azman bir burun… Sekiz on beyaz atın kuyruklarından yapılmışa benzer, göğsüne kadar inmiş bir ak sakal.”

Olağanüstü varlık ve olaylara dair yerel inançlarla mizahı ustaca bir araya getiren Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Türk edebiyatının klasikleri arasında yerini almış romanı Gulyabani, Ertem Eğilmez’in alametifarikalarından 1976 tarihli
Süt Kardeşler’in de esin kaynağı. Masalla roman arasında gezinen, manevi âlemin sır dolu olaylarında dolaşıp okurları yine maddi dünyamıza döndüren
bu kitap, yazarının da en şöhretli metinlerinden biri.

Dul kalıp elindeki avucundaki her şeyi kaybeden Muhsine, bir köşkte hizmetçilik yapmaya başlar. Ama söylenene göre burası cinlerin ve perilerin kumkuma yeridir. Denir ki iç bahçedeki havuzun kenarında cinler toplanırmış, çiftlik sahibi hanımefendi gidip onlarla konuşurmuş. Köşkteki Çeşm-i Felek Kalfa ve
Ruşen Kadın’ın da iyi saatte olsunların onlara musallat olduğunu söylemesi üzerine Muhsine köşkten ayrılmak ister. Gelin görün ki köşkten ayrılmak, buraya gelmek kadar kolay olmayacaktır.

Gulyabani, yazarına “Eğer şiddetli çarpıntıdan tandır mangalını devirmez ya da bozayı üstünüze dökmezseniz her türlü azarlamanıza razıyım…” dedirtecek kadar heyecan dolu bir eser.

Felâtun Bey ile Râkım Efendi

“Ömrümüz o kadar azdır ki bu âlemde en şiddetli ihtiyaçla muhtaç olduğumuz tecrübeleri bizzat yaşayarak onlardan edilecek istifadeyi etmeye süresi yeterli değildir. Başkalarının yaşadıkları tecrübeleri kabul edip önemsersek belki rahatça, serbestçe, namusluca yaşayabilmeyi başarabiliriz.”

Osmanlı’nın en uzun ömürlü gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’ı çıkaran, bir dönem Rodos’a sürülen, yayıncı, öğretmen, yazar Ahmet Mithat Efendi’nin 1875 yılında kaleme aldığı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “memlekette Tanzimat’la başlayan züppe ve köksüz insanla, memleket şartlarının yetiştirdiği hakiki münevver arasındaki farkı göstermek isteyen” bir roman diye tanımladığı Felâtun Bey ile Râkım Efendi edebiyatımızdaki Doğu ile Batı çatışmasını merkezine koyan temel eserlerden biri.

Felâtun Bey, Batı dünyasına kolay yoldan, eğlencesiyle, giyimiyle eklemlenmeyi tercih etmiştir, Râkım Efendi ise yaşadığı coğrafyanın ayırdındadır, günlerini işinde sebat ederek geçirir. Bu “bey” ile “efendi”nin hayatları elbette yaptıkları seçimler doğrultusunda iyi veya kötü yönde gelişecektir.

Ahmet Mithat Efendi’nin didaktik üslubuyla da öne çıkan Felâtun Bey ile Râkım Efendi, günümüzde de tartışmayı bırakmadığımız meseleleri konu edinen, herkese tanıdık gelebilecek iki karakterin klasik hikâyesi.

Uygunuşluk

bile masada su olmasa sen olsan ben olsam
soda şişesi tütse alman birasında buzlansak
bile alnımızdan sivilce yaralarını evlat edinsek
huzur evlerinde gebersek
bile samimiyetime inanmasak
ikimiz inanmasak eski kitaplarımıza değsek
bile tırnaklarımıza adam gibi davransak
medeniyet törpüsünde yuvarlansak
bile şifonyerin adını kıskansak böyle kırsak kırsak kırsak
bunu en az üç defa daha söylesek

HaftaninFilmi.com’dan Filmler

Gösterimdekiler (16. hafta):
Nûfer (2024) Çılgın Yolculuk - Lahazat Lazeeza (2024) Kimsesiz (2024) Bulanık (2024) Robot Düşleri - Robot Dreams (2024) Meraklı Kedinin 10 Yaşamı - 10 Lives (2024) Aşk Filmi (2024) Arap Kadri (2024) Dali'yi Beklerken (2024) Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 1 (2024) Demon Slayer - To the Hashira Training (2024) Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 - Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2 (2024) Tutsak Abigail - Abigail (2024) İç Savaş - Civil War (2024)
Arşivden Seçkiler:
Yıldızlar da Kayar - Das Borak (2016) Özel Bir Hediye - The New Toy (2023) Sur'da Devran (2023) Görünmeyenler (2012) Eyvah Karım (2018) Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 (2013)